Soruyu çözdüm. Soruya bakan hoca morarmış bir şekilde bana baktı. Çünkü sorunun altına cevabı yazmak yerine 'hadi ama yaşlı kurt, yoksa sen bu soruyu çözemiyor musun?' yazmıştım. Gülerek yerime geçerken bütün sınıf dudaklarını birbirine bastırıyordu. Evet, hepsine baktım. Ne var yani? Her neyse. Konumuz bu değil.

"Katherina hemen disipline gidiyorsun bu ne terbiyesizlik?!"

  Hocanın uzayan tırnaklarından korktum mu, hayır. Ancak beni sinirlendirmesi, gözlerimin yanarak kırmızıya dönmesi, damaklarımın sızlayarak dişlerimin uzaması, ellerimdeki bütün damarların acıyarak tırnaklarımın da uzamasına sebep olmuştu.

"1 dakikaya buradayım." diyerek sınıftan çıktım. Vampir hızımı kullanarak müdürün odasına çıktım.

"Hocana saygısızlık yapmışsın. Bu yaptığın affedilebilir mi, bilmi-"

"Bence affedilmeli."

  Gözlerinin içine bakarak konuşmuştum. O ise benim dışımda bütün odayı taramıştı. Dirseklerimi masasına yerleştirerek yüzüne eğildim. Adeta titriyordu diyebilirim. Yüzüne yaklaşmama rağmen bana bakmamaya devam ediyordu. Ben de aşırı uzamış tırnaklarımı kullanarak yüzünü bana çevirdim. Cevap beklermişcesine gözlerine baktım. O ise sesli yutkunmaktan başka bir şey yapmıyordu. Tırnaklarımı yanaklarına doğru bastırınca ağrıdığını belli edecek bir hareket yaptı ve sadece, "Bırak beni." dedi.

"Seni bırakmamı istiyorsan hemen hocayı ara ve yanlışlık olduğunu söyle." dediğimi yapmasını pek beklemiyordum. Ancak beni yanıltarak telefona yöneldi ve numarayı tuşladı.

"Alo." Duymadığım için fısıltıyla, "Hoparlör." dedim. Şimdi hocanın dediklerini duyabiliyordum.

"Buyurun, müdür bey."

"G-galiba bir yanlışlık o-olmuş."

"Yanlışlık falan yok müdür bey. Kız tahtaya abuk sabuk şeyler yazdı."

"Bu seferlik a-affedelim."

"Ama mü-"

"Affedelim, dedim."

"Pekala."
  Telefonu kapatıp bana döndü. Bende onu kısaca alkışladıktan sonra kapıyı çarpıp çıktım. Sınıfa girdiğimde çocuklardan biri saçma sapan bir şey söyledi.

"Bir dakikayı geçti yalnız." Hep bana oynuyorlar. Hep ben sinirleneyim diye yapıyorlar. Kafayı yiyeceğim sonunda.

"Ben de diyordum 'koridorda duran beyin kimin?' Meğerse seninmiş. Bence gidip almalısın. Çünkü herkes üzerini ayakkabı izi yapmış."

  Rahatlıkla sırama oturdum. Şu yaşlı kurdu dinlemeyecektim tabii ki. Onun yerine müzik listemde sevmediğim müziği dinlemeyi tercih ederdim.

    •••

  Eve adım atmıştım. İnanamıyorum! Eve adım attım. Huhu!

  Koşarak odama girdim ve girer girmez hızımı alamayıp gardıroba çarptım. Kafam... Beynim...

  Dolaptan ayrılıp gardırobumun kapağını sonuna kadar açtım ve içinden yanları deri şeritli tayt, üstüne siyah ve dar bir bluz, onun da üstüne siyahlı kırmızılı bir gömlek. Ayakkabı olarak spor tercih ettim.
  Küçük çantamın içine kulaklığımı, şarj aletimi, telefonumu ve parlatıcımı koyup fermuarını çektim. Olamaz. Parlatıcımı ne için koydum? Neyse, lazım olur.

  Evden çıktığımda güneş içimi ısıtmıştı, demek isterdim ama havanın yağmurlu olması bana özel gibiydi.

  Ağır adımlarla karşıdan karşıya geçerek deniz kenarına ulaştım. Küçük çantama koyduğum beyaz kulaklığımı çıkardım ve en sevdiğim müziklerden birini açtım. Tuzlu su en baştaki kayalara vururken, bundan, arkalarındaki kayalar da etkileniyordu. Ben denize yakın olan kayalardan birine oturdum. Büyük dalgalar kıyıya çarptıkça bana da geliyordu. Su soğuktu. Ufacık damlası üşümeme sebep olurken kısa çaplı bir titreme yaşadım. Kulağımdaki kulaklığı çıkarıp ayaklandım. Birazcık karnım acıkmıştı. Eve geldiğimde hiçbir şey yememiştim. Bu yüzden fazla uzaklaşmamak için yakınlarda bir restoran aradım. Ama etrafta herhangi bir restoran göremeyince kalktım. Yürümeye başladım. Kaldırımların kenarlarında genelde alışveriş merkezleri vardı. İçindeki restoranları sevmiyordum. Fazla kapalıydı. İçimi sıkıntı basıyordu. Bu sebepten açık bir restoran arıyordum. Bir süre daha gezdikten sonra açık bir restoran bulup oturdum. Menüden siparişlerimi verdikten sonra beklemeye başladım. Bu sırada dikkatimi simsiyah giyinen ve yüzünü göstermemekte ısrar eden bir adam çekti. Bana bir şey yapmazdı herhalde.

  Korku dolu düşüncelerimin arasından sıyrılıp gelen yemeğime baktım. Acıkmıştım. Bütün dikkatimi yemeğime vererek onu yemeye başladım. Suyumu içmek için başımı kaldırdığımda masamda bir hareketlilik oluştu. Karşıma baktığımda simsiyah giyinen adamı gördüm. Ona soru sorarcasına bakıyordum. Yüzünde maske olduğu için tam olarak algılayamamıştım ancak siması yabancı değildi. Göz göze geldiğimizde bakışları boştu. Hiçbir duygu göremiyordum. Masadan kalkmak istediğimde bileğimi sertçe kavrayıp beni tekrar oturttu. Korku dolu gözlerle ona bakarken bana bakmıyordu bile. İyi de bunca insanın içinde neden ben? Ah, ben melezim değil mi? Şu melezlik yüzünden başıma gelmeyen kalmadı zaten. Bir de kaçırın tam olsun. Çünkü listemizdeki tek eksik o.

"Otur ve dinle." Sesi çok tanıdıktı. Ancak bir türlü beynimi çalıştırıp kim olduğunu bulamıyordum. İkinci defa göz göze geldiğimizde bu sefer gözlerindeki intikamı gördüm.

"Dinliyorum, Bay Bilinmeyen. Problem nedir?"

"Annen ve baban," diyerek söze başladı. Gözlerinde artan intikam duygusu bedenimin titremesine neden olmuştu. Korkuyordum. "Onlar ayrı. Seni çok seviyorlar. Görülebilir derecede çok..." Gözleri dolunca neler olduğunu anlamadım. Başını öne eğmişti. Gözlerini görmek için eğildiğimde sert bir bakış yedim. Pekala, tamam. Bakmıyorum. "Katherina," Adımı biliyor? "Senin annen benim babamı öldürdü. Üstelik baban da annemi. Beni ailesiz bırakan senin lanet olası annen ve baban! İntikam alacağım tabii ki. Benden kurtulabileceğinizi mi sanıyorsunuz?"

"Pekala, ben bir şey yapmamışım. Neden ben?"

"Çünkü sen onların en değerlilerisin. Ancak benim değerlilerim öldü. Anlıyor musun?"

"Anlamıyorum. Saçmalık bu."

"Ah be," diyerek gözlerimin içine baktı. "Anlamanı beklememliydim."

"Sen kimsin?!" diye bağırmamla herkes bize baktı. Ben sakinleşip eski halime geri döndüm. Hadi ama. Sinirimi kontrol etmeliyim, değil mi? Yoksa yakıp yıkabilirim. Gözlerim kızarmamalı şuan. Olmaz, hayır!

"Sakin ol, Katherina. Ben önemsiz biriyim senin için. Hiç değerim yok gözünde. Ancak... O intikam alınacak."

"Ne intikamı?"
  Cevap vermeden çekip gitti. Ya da... Ben çekip gittiğini sandım. Gözlerim yavaş yavaş görme yetisini kaybederken kendimi karanlığa bıraktım...

Küçük MelezWo Geschichten leben. Entdecke jetzt