"Hoş geldin Sylvia. Bavulunu alayım. Yorulmuşsundur. Aç mısın?"

İçeri girdim ve oturma odasına geçtim. Karşımdaki duvarı kaplayan konsolun ortasında bir televizyon, pencerenin hemen yanında ise televizyona bakan uzun bir koltuk vardı. Odanın ortasındaki masanın üzerine gazeteler ve kitaplar saçılmıştı.

"Çıkmadan yemiştim," dedim. Amcam bavulumla üst kata çıktı. Mutfağa ilerleyerek etrafı incelemeye devam ettim. Merdivenlerden inen amcamın sesi duyuldu.

"Odan üst katta. Senin için her şeyi hazırladım."

"Vay canına," dedim pencereden görülen eşsiz manzaraya bakarak. Buzdolabının yanına gittim. Kapağını aralayarak içine bakındım. Bomboştu. "Bir bardak su alabilir miyim?"

"Ne istersen," dedi amcam. Hemen yanıma geldi. Buzdolabının kapağını örterek, iki kere tıklattı. "Bir bardak su lütfen."

Buzdolabını açtığında, az önce boş olan rafta bir bardak su duruyordu. Bardağı bana verdi. Suyu içerken uzun bir süre yüz ifademi inceledi. Bardağı masaya bıraktığımda elini omzuma koyarak konuştu.

"Nasılsın... Sylvia? Her şey nasıl gidiyor?" dedi tedirgince.

Sorusu otobüsten bu yana yaşadığım büyünün paramparça olmasına neden oldu. Kalbimdeki ağırlık hissi geri döndü. Neden burada olduğumu hatırladım.

"Ben... bilmem."

"Zor zamanlar yaşadın."

Gözlerim dolduğunda, başımı iki yana salladım. Otobüste ağlamaktan yeterince başım ağrımıştı. Ayrıca yanımda oturan yaşlı hanımı endişelendirmiş, tüm yol bana peçete verip durmasına sebep olmuştum. Olanlar hakkında konuşmak istemiyordum. Amcam bunu anlamış olacaktı ki, konuyu değiştirdi.

"Rahat geldin mi? Duraktan buraya yalnız başına yürüdüğün için üzgünüm. Gelip seni alsaydım keşke."

"Hayır, hayır, çok güzeldi. Kasabayı gezdim," dedim gülümseyerek. "Lueline'la ilgili çok şey okudum. Büyülü evrenler arası geçiş merkezi, mağaralarda saklı portallar, Cadılar Bayramı'nda yapılan ışık gösterileri... Ben, gelmeden önce burayı çok araştırdım. Hepsini görmek için sabırsızlanıyorum."

Amcam duraksadı. Başını kaşıdı. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Sessizliğinin sebebini anlamadan onu izledim. Konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes aldı. Ve burada yaşarken uymam gereken tek kuralı bana tanıttı.

"Kasabaya bir daha inemezsin Sylvia. Üzgünüm, ama böyle olmak zorunda."

Gülümsemem yavaşça soldu ve yerini kafa karışıklığına bıraktı.

"Neden ki?"

"Kasaba halkı büyücülerin kasabaya inmesinden hoşlanmıyor. Henüz büyü yapamıyor olabilirsin ama sen de bir büyücüsün. Bir arada yaşamamızın tek kuralı, büyücülerin kasabadan uzak durması."

"Ama bu çok saçma," dedim hayal kırıklığıyla.

"Kara büyücülerin kasaba halkına yaptıkları düşünülürse bizi çatala takmadıkları için şükretmeliyiz."

Pencereden artık çok daha uzak görünen kasabaya baktım. O sihri bir kez daha hissedemeyeceğimi düşünmek kalbimi kırmıştı. Yine de amcama bu konuda daha fazla ısrar etmemiştim. Doğrusu, herkes gibi onun da beni terk etmesinden korkuyordum. Korkularıma tüm benliğimle inanırken onları yalancı çıkaramıyordum.

Böylece amcamın Lueline'daki evine yerleştim. Amcamla büyü denemelerine başladık. Günler, haftalar geçtikten sonra ben hala bir büyü bile yapamamıştım. Amcamın elinde harikalar çıkaran değnek, benim elime geçtiğinde sıradan bir ağaç parçasına dönüşüyordu. Her geçen gün inancım daha da kırılıyordu. Kleefleigh soyundan gelen tüm büyücüler zeki ve becerikliydi. Dile getirmese de amcamın armudun nasıl bu kadar uzağa düştüğünü merak ettiğini biliyordum.

"GÖLGE" - Magic Serisi I ∞Where stories live. Discover now