Bölüm 7

9.1K 982 33
                                    

İki gün sonra sabah yatağımdan kalkmak istemedim. Baş ağrısı ve boğazımda hissettiğim yanma yüzünden yutkunmakta zorluk çekiyordum. Muhtemelen iki gün önce, Zeynep ve Kemal'in kaçmasına yardım ederken gece çok kötü üşütmüştüm. Elif odama gelip iyi görünmediğimi söyledikten sonra elini başıma yerleştirdi. Küçük bir çığlık atarak " ateşin var Songül! " dedi.

Önemli bir şeyim olmadığını söyleyerek yatağımda doğrulmaya çalışsam da bütün vücudum dayak yemiş gibi sızlıyordu. Elif sağlık ocağına gidip muayene olmamı söylediği zaman, aslında bunun benim için hiç de iyi bir fikir olmadığını biliyordum. Neden bilmem ama, duygularım Serhattan kaçmam konusunda beni uyarıyordu. Onun sürekli başka birilerini düşünerek yaptığı iyiliklerinden, ailesi ile ilgili anlattıklarından çok etkilenmiştim. Özellikle sevdiği kadını kaybettiğini söylemesi kafama en çok takılan konuydu. Kim bilir ne acılar çekmiş, ne zor günlerden geçmişti. Bütün bunlara rağmen onun gözlerinde gördüğüm yaşama sevinci kendimden utanmama neden olmuştu. Ben karşılıksız aşk yüzünden kendimi dünyaya kapatırken, o yaşanabilecek en büyük acılara katlanmak zorunda kalmıştı. Onun yaşadıklarının yanında benimkilerin lafı bile olmazdı. Bütün bunları düşünürken aklıma gelen başka bir düşünceyle nedensiz huzursuzlandım. Serhat hala o kadını seviyor olabilir miydi.

Son zamanlarda Ekrem'i ve hakkımda söylediklerini de düşünmez olmuştum. Yaşadığım hayal kırıklığı canımı eskisi kadar acıtmıyordu. Sonuçta aramızda hiçbir şey olmamış ,bana küçücük de olsa ümit vermemişti. Benim hakkımda düşündükleri için ona kızmaya hakkım yoktu ki. O da kendince haklıydı belki de. Çünkü o ve ben çok farklıydık. Tıpkı gece ve gündüz, akla kara gibi.

Öğleden sonra, içtiğim ağrı kesici ateş düşürücü ilaç etkisini yitirmeye başlamış olacak ki bütün direnmeme rağmen ateşim tekrar yükselmiş, bu da yetmezmiş gibi burun akıntım başlamıştı. Kötü olduğumun Ayşe Nur Hanım da farkına varınca o da Elif gibi sağlık ocağına gitmemi söyledi. Hatta gitmezsem, kolumdan tutup kendisinin götüreceğini söyleyerek tehdit etti beni . Kaçacak yerim kalmamış, gitmekten başka çarem yoktu. Kendime çeki düzen vermek için dershanenin lavabosuna gidip yüzüme baktığım zaman az daha kendimi tanıyamayacaktım. Gözlerimin altı çökmüş yüzüm yüksek ateşten pancar gibi kızarmıştı. Musluğu açtım, yüzüme bir avuç su çarptıktan sonra kasabanın merkezindeki sağlık ocağına doğru yola çıktım. Mesafe fazla uzun olmasa da üşüdüğüm için resmen titriyordum. Titreme sebebim hastalığımdan mı yoksa onu göreceğim için hissettiğim heyecandan mıydı bilemiyordum.

Tek katlı küçük binaya girerken nefes alıp vermem hızlanırken hemşireye doktor beyi görmek istediğimi söyledim. Hemşire, önünde iki kadının beklediği odayı göstererek onlardan sonra ki sıranın benim olduğunu söyledi. Hapşurarak elimdeki peçeteye burnumu sildiğim zaman kadınlardan birisi "Çok yaşa kızım" dedi ve yanındaki diğer kadına gülümseyerek fısıltıyla, "Serhat beyin sevdiği değil mi bu kız." Dedi.

Diğeri de "Evet o olmalı. Geçen gece samanlıkta basmışlar." Dediği an çıldırsam da onları duymamış gibi yaptım. Bu iki meraklı kadına ne diyecektim ki. "Biz Kemal ile Zeynep'in kaçmasına yardım ettiğimiz için bunlar başımıza geldi" diyemezdim her halde. Ben düştüğüm durum yüzünden kendime kızarken odanın kapısı açıldı. Serhat üzerindeki beyaz önlük ve boynundaki steteskop ile yaşlı bir amcayı yolcu ederken, sağlığı konusunda ona tavsiyelerde bulunuyordu. Bu adam gerçekten bu kadar yakışıklı mıydı yoksa hastalıktan yanlış mı görüyordum. Bu, açlıktan serap görmek gibi bir şey olsa gerekti.

Beni fark eder etmez yanıma gelip "Songül iyi görünmüyorsun, neyin var?" dedi.

"Sanırım geçen gece üşüttüm biraz." Dediğim an iki meraklı kadınla göz göze geldik. Kendi dilimle battıkça batarken Serhat'a, "İsterseniz siz benden önceki hastalarınızla ilgilenin." Dedim.

Ne demek istediğimi anlamış olmalı ki, yüzündeki ciddi ifadeyi yumuşatıp kadınlara gülücükler vererek odasına gittiler.

5 dakika sonra odadan kıkırdayarak çıkan iki kadının bana neden manalı baktıklarını anlayarak utancımdan başımı yere eğdim. Daha ilk aydan kasabadakilerin diline nasıl olmuşta düşmüştüm. Her şey benim lanet olası merakım yüzünden olmamış mıydı. Odanın kapısından başını uzatan Serhat "Beklemeye devam edecek misin?" diye sordu.

Odanın kapısında arka arkaya hapşurunca Serhat, "Çok yaşa. Sanırım tahminimden daha kötü durumdasın." Dedi.

"Sanırım." Diye cevap verdim.

Beni yatağa yönlendirip oturmamı sağladıktan sonra muayeneye boğazımdan başladı. Onunla göz göze ve bu kadar yakın olmak ateşimi daha da yükseltirken, elindeki abeslangı jelatininden çıkartıp "Ağzını açar mısın?" dedi. Söylediklerine uyarak dediklerini yaptım. Muayenenin en zor kısmı ise steteskopla sırtımı dinlediği anlardı. Kalp atışlarımı duyduğunu bilerek yüzüm kızarsa da ikimizde konuşmadık. Ateşim için bir bardak su ve ilaç verdikten sonra masasının önündeki beyaz deri koltuğa oturup reçetemi yazmasını bekledim. Bilgisayar ekranına bakarken, klavyenin üzerinde hareket eden ellerine takıldı gözlerim. Elleri bir erkeğinkine göre o kadar narindi ki, ben onları izlerken Serhat küçük bir kağıt uzattı. "Eczaneden bunları alıp bir an önce kullanmaya başla. Hafta sonu ki pikniğe kadar iyileşmelisin." Dedi.

"Ne pikniği?" diye sordum.

"Nehrin kenarında, Dershanenin ve sağlık ocağının personellerinin katılacağı bir piknik düzenliyoruz. E sende gelirsin herhalde? "

İki haftadır ailemi görmeye gitmediğim için vicdanen zaten rahat değildim. Üstelik bir de annemin sitem dolu sözleri vardı ki, hiç çekilmezdi. Şimdi bir de bu piknik çıkmıştı. "Hafta sonu ailemin yanına gideceğim." Dediğim zaman Serhat'ın yüzü düştü.

"Ama, ben sen de gelirsin diye düşünmüştüm" derken sesinden bozulduğu daha net anlaşılıyordu.

Abeslang* =Boğaz muayenesinde kullanılan çubuk

SON GÜL (tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin