Uyanış

95 11 21
                                    

Uyandı... Yoğun iş temposunun ertesi güne bırakması muhtemel şeylerden biriydi uyanamamak ama o, zor da olsa uyandı. Başı felaket ağrıyordu. Henüz hareket etmeden bundan sonra kendisine bu kadar yüklenmeme kararı aldı. Doğrulmak için yaptığı hamleye yanıt vermiyordu vücudu. Büyük ihtimalle boynu tutulmuştu ve sert zeminde yatmaktan beli ağrımıştı. Vücuduna biraz daha zaman tanımaya karar verdi ve doğrulma çabalarından bir süreliğine vazgeçti.

Gözlerini hala açmamıştı ama uykuyla ağırlaşan göz kapaklarını açıp yabancı bir tavanla karşılaştığı ilk andan itibaren içinde büyüyen panik dalgası, eklemlerinin direncini derhal kırdı ve hemen doğrulmasına neden oldu. Etrafına bakındı ama beyindeki düne dair görüntüler öyle bulanıktı ki, nerede olduğunu ya da bir önceki gün neler yaptığını hatırlayamadı. Uzun saçlarını geriye doğru atarak alnını ovuşturdu. Başı cidden ağrıyordu.

Dikdörtgen denebilecek bir odada bulunuyordu. Yalnızca üç pencere vardı, onlar da yüksek tavana yakındı ve iç kısımdan bir çeşit boyayla kapatılarak dışarıdan birinin içeriyi görmesi – ya da tam tersi- engellenmişti. Burası zemin altı bir odaydı ve bir dönem depo olarak kullanılmış olmalıydı. Oysa şimdi temizlenmişti ve arta kalan eski püskü eşyalar bir köşeye düzgünce istif edilmişti.

Göz gözü görmüyordu, boyalı pencerelerden gün ışığı sızıyordu ama yine de bu büyük odayı tam anlamıyla aydınlatmıyordu. Nerede olduğuna dair bir ipucu bulmak amacıyla el yordamıyla etrafı araştırmaya çalışana pek yardımcı olmayan bir durumdu bu. Aklına birden cep telefonu geldi, cebinden çıkarıp saate baktı. saat sabah 07.12' yi gösteriyordu. Birilerini aramayı denedi, şebeke yoktu. Arasa bile nasıl yardım isteyebilirdi ki, henüz nerede olduğunu bile bilmiyordu. Sonunda telefonunun ışığını kullanarak etrafı araştırmaya devam etti.

İçeride iğrenç bir koku vardı ve bu iç taraflara gidildikçe kendisini çok daha fazla belli eden bir kokuydu, çürümüş et ve kan kokusu. Bu kokuyu biliyordu, tek başına yaşadığı evinde kurban bayramında verilen etler bir süre açıkta kalmıştı ve bütün ev bu kokuyla dolmuştu. Kalbinin atışı hızlanmaya başladı, çıkarığı ses adımlarının sesini bastırıyordu. İçerisindeki korku her adımda büyüyordu ama ilerlemeye devam etti. Telefonunun ışığı çok şeyi aydınlatmasa da geniş bir açıklıkta ilerlediği belliydi, etrafta çarpacak hiçbir şey yoktu. Her adımda korku yükseliyordu. Her adımda koku yükseliyordu. Kokunun tahammül edilemeyecek kadar yükseldiği zamanda zeminde kurumuş kan lekeleri görmeye başladı. Kanlardan oluşmuş, üst kısmı donmuş ama dokunulsa dağılacak olan küçük göletlere basmamaya dikkat ederek ilerlemeyi sürdürdü. Bu kadar çok kan ve bu koku içini düğümlüyordu. Odanın bir başından diğerine attığı her adımda geriye koşmayı ve bağırarak yardım istemeyi düşündü ancak merak duygusu şu an her şeyden baskındı.

Odanın sınırını belirleyen duvara geldiğinde, duvardan önce duvarın yaklaşık bir buçuk metre kadar önünde duran bir şey dikkatini çekti. Katafalka ya da bir tür sunağa benziyordu. Üzerinde ve hemen ardındaki duvarda kan izleri yoğunluktaydı. Sanki o katafalkın üzerinde birileri bir şeyler kesmiş gibiydi ve kanları duvara sıçramıştı. Ne korkunç! Burada ne işi olduğunu kendi kendisine yeniden sordu. Telefonu tutan eli artık denetiminden çıkmıştı ve şiddetle titriyordu. Gördüğü dehşet dolu görüntüler ve yoğun kokuya daha fazla dayanamayarak, yerdeki kan göletlerine dikkat dahi etmeden, kendisini dizlerinin üzerine atıp kusmaya başladı.

Etrafa yeniden bakacak gücü kendinde bulduğunda boğazında ciddi bir yanma ve ağzına acı bir tat vardı. Ne kadar zamandır orada olduğunu ve en son ne zaman su içtiğini hatırlamıyordu. Gözleri karanlığa alıştığında ve telefonun ışığına ihtiyaç duymadan görebildiğinde, kanlı sunağın ayaklarının dibinde bir karaltı fark etti. Hareket etmeden öylece duran şeyi o an tanımlamak zordu ama yine de orada hareketsizce duran şeyin ne olduğunu anlamak üzere yerinden doğruldu. Yaklaştıkça, hareketsiz şekil düzensizce uzanmış insan formuna dönüşmeye başlamıştı. Yüzükoyun yatıyordu ve çıplaktı. Çelimsizdi ancak ince hatlarından okunduğu üzere bir bayandı ve bir bayana göre uzun boyluydu. Bedenin hemen altında da oluşan küçük kan birikintisi de pıhtılaşmaya yüz tutmuştu.

Yavaşça eğildi, parmak izlerini cesedin üzerine kalmasına ve kötü kokunun en üst seviyeye çıkmasına aldırmadan, yatmakta olan bedeni omuzlarından tutup çevirdi. Ortaya çıkan manzara karşısında midesi kalktı. Genç bayan cinsel organından çenesine kadar tabiri caizse yarılmıştı, karın boşluğu açılarak iç organları boşaltılmıştı ve göğüs uçları kesilmişti. Bacaklarında kimisi çok derin olan yaralar vardı, bunların açıldığında kollarında cansız yatanın hayatta olup olmadığını merak etti genç adam. Cep telefonunu yeniden çıkararak ışığı aracılığıyla cesedin morarmaya başlamış olan yüzüne baktı. Bir zamanlar bu genç kız mutlu olmuş, gülmüş, hüzünlenmiş, ağlamıştı ama şimdi tarifsiz bir acıyla çarpılmış olan yüzü, vücudunda dolanması gereken kan duvarlara ve yerlere saçıldığı için morarmaya başlamıştı. Daha fazla dayanamayacağını anladığında emekleyerek katafalkın ayaklarının dibine erişti ve midesinde kusulacak bir şey kalmamasına rağmen cesedin içerisinden çıkarılmış olan organların hemen yanına kustu.

Kendini toparlamalıydı, olanları hatırlamalıydı. Sırtını katafalkın ayaklarına dayadı, ceset ayaklarının dibinde yatıyordu. Genç adam onu görmek istemiyordu, görmeye katlanamıyordu. Başını elleri arasına aldı; neden oradaydı, oraya nasıl gelmişti? Nasıl olduğunu hatırlıyor gibiydi ancak zihnindeki görüntüler çok muğlaktı ve olanlar yıllar önce olmuştu sanki. Kaçmak istedi, olanca gücüyle haykırmak ve birilerini yardımına çağırmak istedi, ne ayağa kalabilecek gücü buldu kendinde ne de bağıracak nefesi. Öylece kalakalmıştı. Hemen önünde, korkunç şekilde katledilmiş olan genç kız görmeyen gözlerle kendisine bakıyordu ve gülümsüyordu sanki.

İrkilerek kendine geldiğinde hala katafalkın ayaklarına sırtını dayamış ve dizlerini kollarıyla sarmış oturuyor halde buldu kendini. Ölü kızın eşsiz gülümsemesi, gamzesini gözler önüne sermesi ona geçmişe dair bir şeyler hatırlamasına yardımcı olmuştu. Bu kızı daha önce de gördüğünü hatırlıyordu. Büyük ihtimalle her zaman takıldığı barda görmüştü. Evet, evet orada görmüştü. Ne zamandı? Tam olarak hatırlamıyordu, ama burada uyanmadan önce oradaki bardaydı ve bu kız da oradaydı. Sonra ne olmuştu? Beynindeki bulanık görüntüler artık netleşmeye başlıyordu yavaş yavaş.

Her zaman takıldığı o bardaydı yine. Şu ismi herkesçe bilinen meşhur barlardan uzak, bir sokak arasında olan ve metal müziğin bina duvarlarından dışarı taştığı bir bardı takıldığı yer. O burayı seviyordu, burada kimseyi tanımamasına rağmen hatta çoğu zaman yanında kimsenin olmamasına rağmen buraya gelirdi. Bu barın dekorasyonunu seviyordu ve elbette delice çalan müziği.

Her şey orada başlamıştı. O akşam yapacak daha önemli bir işi olmadığından yine o barda takılmak istemişti. İçerisi loştu, sigara dumanının perdelediği yetersiz ışıklar içeride karanlık köşeler oluşturuyordu. O ise yuvarlak ve yüksek masalardan birine geçti, bir bira söyledi. Birasını içerken bir yandan müziğin tadını çıkarıyor, bir yandan da alkolden ve esrardan kafaları bir dünya olanların müziği bastıracak kadar kuvvetli kahkahalarını dinlemek zorunda kalıyordu. Üçüncü birasını içerken kızlı erkekli bir grup bara girdi. Hareketlerinden zaten alkollü oldukları anlaşılıyordu ve görünüşlerinden, bu tarz yerlere yabancı olmadıkları belliydi. Tam karşısında oluşan karanlık köşeye oturdular. Hal ve hareketlerinden çok yakın arkadaş oldukları anlaşılıyordu.

İçlerinden bir tanesi, çok uzun, siyah saçları ve korkutucu bakışları olan, diğerlerine göre daha ayık, daha kendinde gibiydi. Grubun geri kalanının aksine sessizdi, sanki bir şeyler düşünüyor, kafasında planlar yapıyor gibi bir havası vardı. Sevgilisinin kendisine yaklaşması ve tutkulu öpücükleri bile onun dikkatini çekmiyordu. Sonra birden kafasını çevirip korkunç bakışlarını kendisine çevirdiğinde bir süredir hareket dahi etmeden gruba baktığını fark etti. Bakışlarını hemen kaçırdı ve kendi içkisine döndü. Tekrar bakma cesaretini gösterdiğinde bütün grubun sohbeti bırakmış ve kendisine bakmakta olduğunu gördü Biraz önce sevgilisinin dikkatini çekmeye çalışan siyah saçlı, ağır siyah makyajlı kız, kendisine davetkar bir şekilde gülümsedi ve sevgilisinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam onaylar bir ifadeyle ama tepkisiz dinledi ve başıyla olur verdi. Kız yerinden kalkarak yalnız oturan genç adama doğru ilerledi ve karşısındaki boş iskemleye yerleşti. Genç adam neler olduğunu anlamadı, ama kızın masasına gelmesi onu memnun etmişti. Kız kendini duyurmak için genç adamın kulağına eğildiğinde, genç adam kızın kokusunu içine çekti. İç gıcıklayıcı bir kokusu vardı kızın.

"Merhaba, neden tek başına takılıyorsun?"

Genç adam cevap niteliğinde bir iki şey geveledi ancak söyledikleri kendisine bir an o kadar aptalca geldi ki lafı uzatmadan birasını yudumlamaya devam etti. Kızın tahrik edici, muhteşem bir gülümsemesi vardı; böyle bir gülümsemeyle genç adamın aklını başından aldıktan sonra yeniden kulağına eğildi.

"Biz arkadaşlarla hep beraber eğlenirken senin burada tek başına oturmanın iyi olmadığını düşünüyoruz. Bize katılsana. "

Genç adam tedirgin bakışlarla kızın omzunun üzerinden grubun geri kalanına baktı, hepsi o sırada onları izliyorlardı, bakışlarında istek ya da şaşkınlık okunmuyordu, daha çok sonra neler olacağına ilişkin bir merak vardı, korkunç bakışlı adamda bile. Eğer bu grup için bir iddia konusu ya da bir eğlence kaynağı olmuşsa bile o sıra bu umurunda bile değildi. Değişik bir şeyler yapabilirdi. Hayatının monotonluğundan bu gece bu insanlar sayesinde kurtulabilir, ileriye dair arkadaşlarına anlatacak bir anısı olurdu. Büyük bir yudumla bardağını boşalttı ve kızın peşinden grubun bulunduğu masaya doğru yürüdü.

Kendisini grubun içine sürükleyen kız isminin Gamze olduğunu söyledi ve bir ev sahibi edasıyla grubun geri kalanını takdim etti. Kısa boylu ve sıska suratlı olana Tolga demişti, hemen yanındaki daha güleç yüzlü olan sarışın ve hafif toplu kişiye de Canberk demişti. Müzik söylenen kelimeleri bastırdığından, neredeyse birbirinin kopyası olan iki kızın isimlerini tam duyamamıştı ama yine de onlar takdim edilirlerken gülümseyerek selam verdi ve onlarla tokalaştı. Korkunç bakışlı kendisini Tekin diye tanıttı. Ve o kız... Şu sıra ayaklarının dibinde feci şekilde katledilmiş olan, gamzesini ortaya çıkaracak şekilde kendisine gülümsedi ve elini uzattı. O anı çok iyi hatırlıyordu. Tanışmaları müziğin durduğu anda gerçekleşmişti, isminin Sibel olduğunu söyleyen kızın sesindeki melodik tınıyı hala duyabiliyordu sanki. Ayaklarının dibinden kendi adını söylüyordu. "Sibel... Sibel..." Sonra da o gece birkaç kere şahit olduğu gibi elleriyle ağzını kapatarak gülüyordu.

Masada muhabbet iyiydi aslında, genç adam yakın arkadaşlarının bulunduğu ortamlarda dönen geyik muhabbetin bir benzerine de bu masada rastlamıştı. Daha çok Canberk ve sıska kızlar muhabbeti götürüyorlardı ve neredeyse tüm masayı kahkahalara boğuyorlardı; neredeyse, Tekin hariç. Bu Tekin denen adam aslında ismi gibi tekin birine benzemiyordu. Önceleri bu adamı bu tarz ortamlarda karizmatik görünmek için gizemli takılan bir şapşala benzettiyse de bunun pek de doğru olmadığını anladı. Bu adamda bir başkalık vardı. Kendisinin gözlerini yaşartacak kadar güldüren bir espriye kayıtsız kalabiliyordu. Gülmemesi bir şey değil de, bakışlarında derin bir karanlık vardı, uzay gibi, uçsuz bucaksız. Ancak masadakiler onun bu haline alışıktılar, çünkü kimse onu dikkate almıyordu. Gamze arada bir Tekin'e yaklaşıyor kimseyi umursamadan onu vahşice öpüyordu onu. Herkes kendi havasındaydı.

Saatler ilerledikçe ve tüketilen alkol miktarı arttıkça genç adam yeni arkadaşlarına daha bir kaynaşmıştı. Daha sonra içlerinden birinin – kimin olduğunu hatırlamıyordu- "Haydi bize gidelim" önerisiyle bardan kalkıldı, ilk anda bedeninin kontrolünü sağlayamayan genç adam için yürümek zordu ancak açık hava biraz olsun kendisine gelmesini sağladı. Bir taksi çevirdiler ve onca kişi bir taksiye doluştular. Taksici ilk anda hoşnut olmasa da müşterilerine karşı bir şey belli etmedi.

Evin nerede olduğunu hatırlamıyordu. Ev için aklındaki tek görüntü perişan haldeki bir oturma odasıydı. Etraf gerçekten dağınıktı, ancak kimse bundan rahatsız değildi. Herkes istediği gibi mutfağa girip çıkıyor, isteyen istediği odada istediği kadar kalabiliyordu. Bir ara Tekin ve Gizem'de kayboldu, ancak genç adam o an onları umursamıyordu, kimsenin kimseyi umursamadığı gibi. Yeniden tüm grup bir araya toplandığında bazılarının marketten biraz daha içki aldıkları, bazılarının da içkiden başka hazırlıkları da olduğu ortaya çıktı. Zulalardan çıkarılan esrarlı sigaralar ve küçük haplar aslında onun neden hiçbir şey hatırlamadığını gösteriyordu. Gerçi o uyuşturucu kullanmazdı, hatta sigarayı bile tek tük içerdi. O zaman ne olduysa küçük bir hap boğazından aşağıya kayıvermişti. Daha sonra elden ele geçirilen sigara ve duman altı olan ev dışında aklına tek bir şey geliyordu. Tekin'in o saatten sonra dili çözülmüştü ve konuşmaya başlamıştı. Bazen Tolga'ya bile şaka maksatlı ama yine de sert bir şekilde vuruyordu. Cılız çocuk, birkaç kez acıdan bağırmıştı.

Bundan sonrası çok muğlaktı. Evden ne zaman ve neden çıktıklarını hatırlamıyordu, neden şu an bulunduğu yere geldiğini, orada ne kadar zamandır kaldığını, bilmiyordu. Kafasında hayal meyal dönen görüntüler, kimden çıktığı belirsiz sesler vardı sadece.

Ayağa kalktı, içinde tarifsiz bir endişe duygusu vardı, kendisine bu saatten sonra ne olacağı korkusu tüm bedenini sarmıştı. Bulunduğu bodrum katı, biraz daha aydınlanmıştı sanki. Çıkış için bir yol bulmalıydı, birilerini yardıma çağırmalıydı. Telefonun şebekesi hala sinyal vermiyordu. bir kez daha etrafı kontrol etmeyi denedi. Hiçbir çıkış yolu yoktu. çaresizlik içinde katafalkın karşısına geçerek diz çöktü ve neredeyse başı yere değecek şekilde öne eğilerek ağlamaya başladı. Bir yandan kendisine kızıyordu, bir yandan durumun umutsuzluğundan dolayı kendisinin kurban olduğunu düşünüyordu. Suçluluk yavaş yavaş akıp gitti üzerinden. Artık ağlamanın da bir anlamı kalmamıştı. Yeniden doğrulmak istedi fakat bunu başaramadı. Bir şey sanki sırtından bastırıp onun kalkmasını engelliyordu. "Bu çok saçma" diye geçirdi içinden, yeniden ve daha büyük bir eforla denedi ama yine başaramadı. O haliyle ayaklanıp gitmek isteyen bir kaplumbağaya benziyordu.

"İstediğin tam olarak buydu değil mi? Yani rahatlamak, suçlanmamak..."

"Kim var orada?"

Bu soruyu soruyor olmak o sırada çok saçmaydı, odayı defalarca arşınlamıştı, birisi varsa eğer mutlaka görürdü. Ama o anda orada birisi vardı ve onunla konuşuyordu.

"Hatırlamıyorsun değil mi? Geçen gece olanları hatırlamıyorsun. Oysa ben çok beğendim, benim için bunca şey yaptıktan sonra senin burada, bu kadar çaresizce kalman doğru değil. Sana yardım etmeliyim. Ama önce neler yaptığını hatırlamalısın. Doğrul ve sunağa bak."

Doğrulabildiğini hissetti ve korkarak bakışlarını sunağa kaldırdı. Önünde korkunç kan lekeleriyle duran sunak, önce hafif hafif dalgalanmaya, sonra da kan lekelerinden sıyrılmaya başlamıştı. Sonra sesler duymaya başladı önce ve ellerinde bira şişeleri ve sigaralarla ilerlerken gördü kendisini ve yeni arkadaşlarını. Oradaydı, olanlara inanamıyordu, hatırlayamadıklarını adeta bir film gibi izliyordu. Etrafına bakınmayı akıl etti ve sunağın yanında orta boylu ve zayıf bir erkek figürü fark etti. yüzü belli değildi, daha çok bir siluetti.

"İzlemeye devam et."

Başını isteğinin dışında yine sunağa doğru çevirdi. Gizem ve sıska kızlar Sibel'in elbiselerini yavaş yavaş çıkarıyorlardı, ayakta durmakta güçlük çekseler bile bunu yaparken seksi görünmeye çalışıyorlardı. Sibel ise her şeyden habersizdi, üzerindekileri çıkaranların pijamalarını giydireceklerini ve yatağına yatıracaklarını sanıyordu sanki. Gözleri yarı kapalıydı. Canberk, Tekin,Tolga ve kendisi ellerinde bira şişeleri, ağızlarında sigaralarla, dumandan yanmış gözlerini biraz daha fazla açmaya çalışarak hemen önlerinde cereyan eden seksi şovu izliyorlardı. Canberk kendini daha fazla tutamayarak kızların arasına katıldı, tepkisiz duran Sibel'e yaklaştı ve onu öpmeye başladı. Kendisi dahil bütün erkeklerin tek tek o sunağın üzerinde Sibel'e nasıl tecavüz ettiklerini izledi. O an kendinden utandı, hem de ölesiye utandı. Ancak kendisine emirler yağdıran ses kahkahalarla gülüyordu.

Görüntü değişti, Sibel çırılçıplak sunağın üzerinde uzanıyordu. Gözlerini açtı ve yavaşça doğruldu. Etrafında yanan mumlara baktı, nerede uzandığına baktı, kendi vücuduna baktı. Neden çıplak olduğunu anlamaya çalışıyordu. Elleriyle göğüslerini kapatmayı denedi fakat elleri sunağa bağlanmıştı, ayakları da. Ağzı bir bantla kapatılmıştı. Elinde sivri bir bıçakla Tekin göründü ve debelenen Sibel'in bacağına derin bir yara açtı. Sibel'in boğuk inlemeleri odayı doldurdu ve atılan kahkahalara karıştı. Grubun geri kalanı da ellerinde aynı tip bıçakla göründüğünde Sibel acısını unutmuş gibiydi ve daha fazla zarar görmeden kurtulmak için kendisini zorladı. ancak çabası sonuç vermedi. Kendisi dahil herkes Sibel'in vücuduna çeşitli derinliklerde ve çeşitli büyüklüklerde onlarca yara açtılar. İşkence sanki saatler sürmüştü. Açılan yaralardan dolayı kıpırdayacak hali kalmayan Sibel artık başına gelecekleri kabullenmişti ve acısını gözyaşlarıyla dışarı akıtmaya başlamıştı.

Mumlar çoktan sönmüştü, Tekin bıçağıyla birlikte sunağın yanına yaklaştı. Üzeri kan içindeydi, ayakta durmakta zorlanıyordu adeta. Sanki kürsüye çıkmış ve bir kalabalığa hitap etmek üzereymiş gibiydi. Bir şeyler söylemek için ağzını açtı ama sonra vazgeçti. Bakışlarını sunakta yatmakta olan Sibel'e çevirdi, sağ elini Sibel'in vücudunda gezdirdi ve açık yaralardan parmağına bulaşan kanı yalayarak temizledi. Alkolden peltekleşen dili, söylediklerinin anlaşılmasını güçleştirse de, o gece yaptıklarını meşrulaştıracağını düşündüğü şeyler sarf etti. Bu konuşma için uzun süredir hazırlandığı belliydi aslında, konuşmasına ara ara durarak devam ediyor, unuttuğu bazı kelimeleri bulmak için kendisini zorladığı görülüyordu.

Kimse ismini söylemese de olanları seyrederken bir satanist ayinine karıştığını anlamıştı genç adam. Pekiyi o kimdi, kendisine direktifler veren, yapılanları hoş bulduğunu söyleyen, kendisine dokunmadan vücudunun denetimini ele geçiren kimdi? Birden her şey yerli yerine oturdu.

"Sen şeytansın!"

"Başka kimi bekliyordun ki? Geçen gece yaptıklarından sonra kim senin yardımına gelebilirdi? Buradan çıkman için yapman gereken şey sadece izlemek."


Genç adam izlemek istemiyordu ama beyninde fısıltıyla dolaşan sözler ona başka seçenek bırakmıyordu. Kendini zorlayarak bakışlarını sunağa çevirdi. Tekin elindeki bıçağı kaldırmıştı ve yüzünde çıldırmış bir insanın ifadesini taşıyordu. Sibel'in yalvaran bakışlarına aldırmadan bütün gücüyle bıçağı kızın karın boşluğuna sapladı ve yukarıya doğru keserek yarayı iyice büyüttü. Sibel bir iki çırpındıktan sonra can verdi. Ancak Tekin Sibel'in iç organlarını bir kasap edasıyla yerlerinden söktü ve sunağın dibine attı. Tein'in kanlı yüzü vahşi bir gülümsemeyle aydınlanmışken görüntü dalgalandı ve tekrar sunak eski, soğuk halini aldı.

Genç adam için bu çok fazlaydı. Kendisini hiç olmadığı kadar suçlu hissediyordu. Neler yapmışlardı böyle, hem de hiç suçu olmayan birisine. Suçlu dahi olsa kimse böyle bir muameleyi hak etmezdi. İnsanlık dışı bir şeydi bu, tam anlamıyla vahşetti. Dizlerinin üzerinde öylece dururken Tanrı'ya dua etmeyi geçirdi içinden ama biraz önünde bulunan karanlık siluet kafasının içindekileri biliyordu. Dua etmekten korktu, teslim olmaktan başka çaresi yoktu.

"Söylediğini yaptım, ne gösterdiysen izledim. Şimdi beni buradan çıkarmalısın."

"Evet çıkarmalıyım..." Daha çok kendi kendine konuşur gibiydi. "Ama neden çıkmadan önce Sibel'in sana söyleyeceklerini dinlemiyorsun?"

Sunağın ayaklarının dibinde bir hareketlenme oldu, genç adamın midesi düğümlenmişti korkudan. Şeytan'ın neler yapabileceğini bilmiyordu. Sunağın dibinde bir hareketlenme daha gördü genç adam. Dizlerinin üzerinden doğruldu. Evet, gördükleri doğruydu. İmkansızdı ama doğruydu. Sibel doğruluyordu! Genç adam gücünün tükendiğini, elinin, ayağının boşaldığını hissediyordu. Ölü kız kendisine doğru yavaş yavaş gelirken kaçamayacağını biliyordu. Hareket dahi edemeyecekti. Sibel çırılçıplaktı, kasıklarından çenesine kadar yarılmıştı, vücudunun her tarafında kesikler vardı, iç organları çıkarılmıştı, vücudunda tek damla kan bile kalmamıştı, göğüs uçları kesilmişti ama Sibel gülümsüyordu ve kendisine doğru geliyordu. Kolları, sanki kendisini kucaklamak istermiş gibi açılmıştı.

"Gel bana..."

Genç adam gözlerini yürüyen cesedin üzerinden ayıramıyordu, yüzü hala Sibel'e dönük olduğu halde geri geri uzaklaşıyordu ondan. Ama Sibel hala gülümsüyordu, yapılan bunca kötülüğü affetmiş gibiydi, müşfik bir anne gibi kucaklamak istiyordu onu sanki. Duyduğu ses, şefkatle çağırıyordu onu.

"Gel bana..."

"Yaklaşma! Hayır! Benden uzak dur!"

"Bak bana, kaçırma gözlerini. Yaptıklarınıza bak..."

"Hiç bir şey hatırlamıyorum. Bunları yapan ben değildim."

"Sen de bana tecavüz ettin, unuttun mu? Ama sen yaparken beğendim. Seni ilk gördüğüm andan itibaren bana bunu yapmanı istemiştim. Gel bana..."

"Yaklaşma! Gelme! Lütfen, benden uzak dur, lütfen!"

Duvara dayandığında artık gidecek yerinin kalmadığını anlamıştı. Çaresizlik içinde yere çöktü. Dehşet dolu gözlerle yaklaşmakta olan şeye bakıyordu. Ceset hala üzerine doğru geliyordu, avının kaçamayacağından emin olduğunda, aslında görmeyen gözlerinde şeytani bir pırıltı geçti. Adımları yavaşlamasa da artık daha emin adımlarla ilerliyordu. Cansız kollarını ileri doğru uzattı:

"Gel bana..."

"Hayıııırrr! Benden uzak dur, hayır! Yaklaşma! Yaklaşma, hayıııırrrr!"



Uyandı... Kendisini sarmalamak üzere olan cansız kollardan korunmak için, ellerini yüzüne siper etti ve haykırdı: "Hayır, benden uzak dur! Yaklaşma!" Oysa ne kendisini sarmalamak isteyen cansız kollar, ne de yaklaşan bir şey vardı. Yanı başında duran beyazlar içerisindeki güzel kız, kendisine sakin olmasını fısıldarken gülümsüyordu. Gülümsemesi müşfik bir annenin gülümsemesi gibiydi, sesi oldukça şefkatliydi. Tüm bunlar yalandı, şeytan kendisine yeni tuzaklar hazırlamıştı yine. "Yaklaşma! Uzak dur!" Kendisini olabildiğince uzak tutması lazımdı, soğuk duvara yapıştı. Beyazlar içindeki güzel kız ne yapacağını bilmez bir haldeydi.

"Doktor bey, hasta kendisine geldi."

"Sakinleştirici iğne yapın hemşire hanım."

İki kuvvetli adam kollarından tuttu, hareket etmesini engelledi, bu arada hemşire koluna sakinleştiriciyi şırınga etti. Etrafında sirenler çalıyordu. Bilincini kaybetmeden önce hatırladığı son şey, kendisine bakmakta olan iki adamdı.

"Sence o mu yaptı?"

"Bilmiyorum ama bu haldeyken ondan bir şey öğrenemeyeceğimiz kesin. Olay yerindeki ipuçlarına bakalım, işimize yarayan bir şeyler bulabileceğimize eminim."

Ambulansın hareket ettiğini hissetmedi, bir ambulans kendisini hastaneye götürürken, başka bir ambulans da, acımasızca katledilmiş olan kızın cesedini aynı hastanenin morguna götürmek için hazırlanıyordu.


HikayeciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin