3

120 8 0
                                    

Dediği gibi tam 8'de kapımın önünde bekliyordu. Zili çalmamıştı ama evin her camından baktığımda onu görebileceğim bir yerde duruyordu. Onu bekletmeden evden çıktım ve kapımı kitledim. İşlerimi ayarlamak biraz zor olmuştu. Turizm acentası işletmek bu dönemlerde çok sıkıntılı oluyordu. Yabancı ülkelerden öğrencilere eğitim kampanyası başlatmak benim fikrimdi ve bunun için kendime hala kızıyordum. Avustralya'da sonbahar olmasına rağmen hava bir hayli ılıktı ve üzerime ince bir ceket almam yeterli olmuştu. Ona doğru yürürken beni süzmeyi ihmal etmemişti, yanına ulaştığımda bana en güzel gülümsemelerinden birini yolladı ve biz hiç konuşmadan metroya yürümeye koyulduk.
"Günün nasıl geçti Calum? Bu gün nasılsın?" Yürürken kafasını bana çevirdi. "İyiydi. Ama çok sıkıcıydı. Bu hastalık beni sinirlendirmeye başladı. Senin günün nasıldı Lavender?" Yere bakarak içimden adımlarımı saymaya başladım. "Bu gün işe gitmedim, bizimkilere iyi hissetmediğimi ve kendime izin verdiğimi söyledim. Bütün gün evde yattım diyebilirim ve bu oldukça mükemmeldi." Gülümsediğimde o da hafiften kıkırdadı. "Gitmeyeceğini söyleseydin seninle sabahtan buluşurdu-" kendi sözünü kendisi kesince bir süre duraksadı. "Bunu sesli söylememeliydim sanırım." Gülmeye başladığımda o mahçup mahçup bana bakıyordu. "Bunda bir şey yoktu Calum, seninle vakit geçirmek isterdim ama 2 haftadır aralıksız çalışıyorum ve dinlenmeye ihtiyacım vardı, ama bu söylediğin çok şirindi." Konuşmamız metroya ulaşmamızla bitmişti. Yol boyunca ikimiz de konuşmadık. Bana böyle bir şey söylemiş olması beni mutlu etmişti ama onu anlamak çok zordu. Birdenbire böyle iyi birine dönüşebiliyordu ama bir kaç hafta sonra tekrar eski umursamaz tavrına döneceğini biliyordum. Dövüşlerin olduğu yerin durağında indik. Yolu yürürken yine sessizdik. Sokak bir kaç insan dışında boştu ve hava serinlemeye başlamıştı. Mekana geldiğimizde Calum geçmem için kapıyı açtı. Bizi gören insanlar bana selam verip ardından Calum'a geri dönüp dönmediğiyle ilgili sorular soruyordu. Bundan rahatsız olduğu çok açıktı. Bilet satan adamdam en güzel yerden iki bilet aldığında -ondan para almıyorlardı- yerlerimize oturduk. Maç iki tane toy çocuğun maçıydı ama ringe çıktıklarında pek toymuş gibi gözükmemişlerdi gözüme. İkisi de iri yarıydı ve Calum'ın toy hallerine kıyasla oldukça hırslı, güçlü ve serttiler. Tabi sarışın olan diğerine göre çok daha ağır basıyordu ve benim tahminlerimde onun kazanacağı vardı.
Calum'ın bakışlarını üzerimde hissettiğimde kafamı ona çevirdim. Ani hareketimle kafasını ringe çevirip sonra yine bana çevirdi. "Sarışın çocuk kazanacakmış gibi gözüküyor bana, sence?" "Esmer olana da bir şans tanı, enerjisini sona saklıyor gibi davranıyor. Ama tam tersi de çıkabilir tabii." Kafamı sallayıp ringe geri döndüm. Sarışın çocuk esmeri nakavt edince Calum'a "ben biliyordum" bakışı attım.
"Beni iyi bir maça getireceğini düşündüm ve hayal kırıklığına uğradım Calum." Üzülme numarası yaptığımda yüzü düştü. "Ama senden başka kimsenin iyi maçlar çıkaramadığını göz önünde bulundurursak pek de hayal kırıklığına uğramış sayılmam" arsızca gülüğümde o da tebessüm etti. "Sen bana iltifat eder miydin?" Tek gözünü kırptığında kafamı hızlıca iki yana sallamaya başladım. "İltifat değildi, sadece sen gördüğüm en iyi boksörlerden birisin, Rocky Balboa'dan sonra." Gülümsediğinde mekandan çıkmak üzere kapıya doğru ilerledik. İnsanlar ona bir şeyler söylemeye devam ediyordu ama o görmezlikten gelip elini belime koyarak beni çıkışa yönlendirdi. Dışarı çıktığımızda elini belimden ayırmadı. Elinin baskısı beni rahatlattığı gibi bir o kadar da hoşuma gidiyordu. "Bir şeyler yemek ister misin?" Yüzümü ona çevirip "evet" der gibi kafamı salladığımda hala elinin büyüsünde olduğumu farkettim ve o da elini çekmedi. Salaş bir pizzacıya girdiğimizde ikimizde siparişlerimizi verdik ve beklemeye başladık. Birbirimizin yüzlerini inceliyorduk ve ben gerçek anlamda bundan utanmıştım, ama gözlerimi ondan ayıramıyordum. "Aslında biliyor musun, sana lila renk saç çok yakışır, hem adınla da uyumlu olur." Gülümsediğimde bir süre gözlerim dışarıda bir noktaya daldı. Ona geri dönüp konuşmaya başladım. "Babam saçlarımı çok severdi, bir keresinde boyattığım için bana çok kırılmıştı ve benimle uzun bir süre konuşmamıştı. O yüzden saçlarıma mümkün oldukça dokunmamaya çalışıyorum. O gittiğindeki boyunda kestiriyorum hep." Gözümden bir yaş düştüğünde sandalyesinden kalkıp yanımdaki sandalyeye oturdu ve gözümdeki yaşı sildi. "Ben çok özür dilerim Lav, seni üzmek istememiştim." Yanağımda duran elini tutup, "Sorun değil Calum, bir anda duygusallaştım, kendini suçlu hissetme." Gülümsediğimde beni kendine çekip sarıldı. Çenesini kafama koyduğunda ellerimi hafifçe beline sardım. Bana sarılması beklediğim bir şey değildi ama beni mutlu etmişti. Benden ayrıldığında bir süre etrafa bakınıp tekrar gözlerimin içine bakmaya başladı. "Bundan sonra ben yanında olacağım, beni sadece maçlarını izlemeye geldiğin biri olarak değil de, bir arkadaşın olarak düşünebilirsin, telefonum senin için hep açık ve ben en ufak bi ihtiyacında 10 dakikaya yanındayım, bunu unutma." Yerine geri döndüğünde gülmeye başladım. "Bende daha numaran bile yok Calum, telefonun nasıl bana hep açık olacak?" O da benimle gülüp şakasına alnına vurduğunda gülmem ikiye katlanmıştı. O sırada pizzalar geldi ve Calum telefonunu bana uzattı. Numaramı yazıp geri verdiğimde sonra mesaj atacağına dair bir şeyler söyledi.

Hayatımda yazdığım en uzun bölüm olabilir, sıkıldıysanız özür dilerim ve bu çok saçma bi duruma gelmeye başladı

Collarbones // HoodWhere stories live. Discover now