Bölüm 3: Aynı İskelenin Üstünde

En başından başla
                                    

İskelenin üstü bir anda ana-baba gününe dönmüştü. Sude ve ağbileri, iki küçüğün etrafını sarmış, hem bir zarar görüp görmediklerini, hem de başlarına gelenleri anlamaya çalışıyorlardı. Dağıstanlı ailesinin diğer fertleri de onlara katıldıklarında kıpırdayacak yer kalmamıştı neredeyse. Ilgın, bu kargaşadan bir an evvel kurtulmak istemesine karşın, tüm gücü neredeyse tükendiğinden ve nefesini henüz istediği gibi düzenleyemediğinden, ancak geri geri sürünerek sırtını iskeleyi aydınlatmakta ay ışığı ile işbirliği yapan lâmbanın direğine dayamış, önünde sergilenen festivali izliyordu sessiz sessiz. Devam eden kargaşadan kurtulma çaresini henüz bulamamış başka bir bedenin daha yanına çöktüğünü fark eden genç kadın başını çevirdiğinde gördüklerine inanamayarak: "Bora?" dedi, "Ne işin var burada?"

"Patron gönderdi." 

Ah tabii ya amcaları ya da patronları ya da İstanbul'daki adam, Neyir'le ikisini burada yalnız bırakacak değildi ya! Nasıl da atlamıştı bunu. Oysa ki rahatlığından anlaması gerekirdi.

"Bizi takip etmek için mi geldin sen?" diye tısladı dişlerinin arasından, cevabını adı gibi bilse de.

Başını sallamakla yetindi kuzeni. Ancak konuşmadan da duramadı: "Fakat kızım var ya, resmen belâ mıknatısı gibisin. Daha gelir gelmez ne işler açtın başına. Yemin ederim adam ne söylese haklı... Ne işiniz var sizin Çelik Dağıstanlı'nın masasında... Nasıl açıklayacaksın bunu amcama?"

Sarışın, içten içe hak vermekle birlikte yine de kuzenine ters ters baktı. Öbürü umursamadı bile. Onlar bu şekilde konuşup, dinlenmeye çalışırken, en büyük Dağıstanlı'nın talimatı üzerine iskele boşalmış, geride bir tek Çelik Dağıstanlı kalmıştı. 

"O köpek," diye konuyu değiştirdi Ilgın aniden, "çıldırmıştı sanki."

"Yani?"

"Belki de ilâç falan vermişlerdir..."

"Niye yapsınlar ki bunu?" Kaşlarını çatmış ciddi ciddi düşünüyordu adam, genelde haklı çıkardı kuzeni bu tür şüphelerinde.

"Bilmem... Bir baksan?"

"Tamam... Bakarım..." 

"Boraa." dedi kız başını omzuna yaslarken.

"Nee..."

"Kendine birini bul, düş yakamızdan..." 

"Sizden fırsat kalıyor mu kızım" diye cevapladı yakışıklı iç geçirerek, masada bıraktığı güzel aklına yeni yeni düşerken. 

Dünyadan kopmuş, sırtlarını direğe dayamış öylece oturan ikilinin konuşmalarını kelimesi kelimesine duyan genç adam sakin adımlarla iyice yaklaşarak tepelerine dikildi ve dikkat çekmek için öksürdü bir iki kez. 

"Teşekkür ederim," diye söze girdi nezaketle, içinde köpüren merak dalgalarını ustaca bastırarak, "Ailem ve ben size minnettarız. Çocuklarımızın hayatını kurtardınız."

"Önemli değil..." dedi sarışın, nefesini yeni yeni buluyordu. Şu anda istediği tek şey gecenin başındakiyle aynıydı: Bir an önce buradan gitmek!

Ancak tabii ki de mümkün değildi. Zira, herkes aksine inansa da: "Kim olsa aynı şeyi yapardı," diye yarım ağız konuşmaya katılan kuzeni, elinden tutarak kendisiyle aynı anda onu da ayağa kaldırmıştı, yanı başlarındaki yabancıdan tamamen soyutlanmış şekilde. Genç kadın gayet iyi tanıdığı yüz ifadesinden başına gelecekleri sezmiş,  birazdan uğrayacağı muameleyi bu soğuk ve ukala adamın görmesini asla istemediğinden, kaçmak maksadıyla bir kaç adım atmıştı ki, Bora arkasından gürledi: "Ya buraya gelirsin, ya da hastaneye gideriz!"

Ilgın bulunduğu yerde çivilenip kalırken, diğeri hemen dibinde bitiverdi. Bir yere gitmemeye, dahası peşlerini bırakmamaya kesinlikle niyetli Çelik ise az gerilerinde durmuş onları izliyordu. Ne garip "tip"lerdi bunlar! Üstelik bir değil iki can borçlanmışlardı! 

"Bundan hoşlanmadığını biliyorum, ancak bakmam gerek." diye ikna etmeye çalışıyordu bu sırada Bora kuzenini, itina ve maharetle bedenini baştan aşağı kontrol ederken yumuşak dokunuşlarıyla. Elleri kaburgalarına değdiğinde irkilen genç kadın: "Geçen defa düştüğümde incinmişti, yeni bir şey yok." diye açıkladı. Gecenin bu saatinde herhangi bir hastanenin acilinde sabahlamak istemiyordu zira. 

"Dizlerin önemli değil de kolun fena sıyrılmış, nasıl yaptın?" 

"Önce denizde, sonra da merdivenlerde sürttüm."

"Tetanoz aşın var mıydı senin?" 

Derin derin iç geçirdi Ilgın, iyice bunalmıştı: "Ocak başı yaptırdım. Kafadan iki buçuk senesi var."

"Kötü yaralanmışsın."

"Bana bak Bora, kedi kıçını görmüş yara sanmış. Gerekirse oturur kendi dikişimi kendim atar, yine de hastaneye falan gitmem. Demirden korkan, trene binmez!" diye patladı sonunda genç kadın. 

"Tamam kızım, ne bağırıyorsun!" dedi diğeri muzipçe, bir yandan da kafatasını yokluyordu.

"Ya bırak. Bir şeyim yok işte!" diye silkelenerek kurtuldu ve uzaklaştı Ilgın. Biraz daha çemkirecekti ki, Bora'nın omzunun üstünden artık iyice aşinası olduğu soğuk mavi gözlerin sahibi yüzle karşılaştı. Merak, şaşkınlık ve hatta endişe. Hepsini aynı anda okudu kız. Hayal mi görüyordu yoksa gülmüş müydü o nemrut? Sinirle gözlerini takıldığı yerden çekti ve kuzenine çevirdi, fakat o an aklına gelenle, söyleyeceklerinin mahiyeti tamamen değişiverdi: "Esmer!" dedi endişeyle, "Bora, esmer nerede?"

"Meraklanma. O iyi..." dese de: "Sanırım..." diye devam etti tereddütle genç adam.

"Ne demek sanırım!"

"Yahu, sağlam iki atışla, köpeği indirdi işte. Gayet iyi görünüyordu. Ancak yanına gidemeden, o küçük kızı yakalamam gerekti."

"E, nerede şimdi?" diye sordu Ilgın, gerçekten de merak etmişti arkadaşını. "Onu bulmalıyız!"

"Sen değil, ben bulurum."

"Ne duruyorsun gitsene!" 

Aslında Neyir'in de kontrolden geçmesi gerekiyordu. Fakat Ilgın'ı da bırakmaya gönül razı gelmiyordu, böylesi hırpalanmış haldeyken. Ne yapacağını bilmez bocalayıp dururken arkadan yükselen sesle irkildi kuzenler. Çelik Dağıstanlı'nın varlığını tamamen unutmuşlardı.

"Siz gidin, Neyir Hanım'a bakın. Ben Ilgın Hanım'la ilgilenirim." diyordu genç adam itiraz kabul etmez şekilde. Neler döndüğünü öğrenmeye kesin kararlıydı ve en iyi yolunun da, tüm olayların odağındaki bu çatlak kadına yakın durmaktan geçtiğine kanaat getirmişti. 

Bir anlığına tereddüt geçiren Bora, parçalara ayrılamayacağına, aynı anda hem Ilgın'la ilgilenip, hem de Neyir'i arayamayacağına, köpeğe bakamayacağına göre biraz yardım almakta sakınca bulunmadığına karar verdi hemen akabinde. Battı balık yan giderdi nasılsa. Öyle de böyle de fena hesap soracaktı amcası, bari iş görülsündü. "Anlaştık" diye kısaca onayladı öneriyi ve plâja yöneldi.

"Bora," diye seslendi ardından mahzunca bu sırada genç kadın, "topuklularımı da bul lütfen."

Hızlanan adımlarla uzaklaşan kocaman bir kahkaha gökyüzüne yükselirken, Çelik hayretle bakıyordu yanındaki sarışına.



Bölüm 4: Gel O Zaman!

Bölüm 4: Gel O Zaman!

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
GÜVENLİ AŞK (SEVGİLİ OKUR SERİSİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin