Cümlesini bitirince kendimi ondan uzaklaştırıyorum. Hala sesleri kulağıma ilişiyor.

"Sen Seul'e iş için gideceksin. Eşin ve oğlun burada mı kalacak?" diyor babama.

"Evet. Buradaki güzel havanın onun çalışmalarını arttıracağını düşünüyorum," diyor babam. Ve ekliyor. "Hafta sonları zaten burada olacağım."

Adam tekrar konuşuyor. Neden bilmiyorum ama sesi çok rahatsız ediyor. "Bu kadar endişelenme. Burası Seul'den daha güzeldir."

Babamdan birkaç onaylama cümlesi çıkıyor. Adımlarım ilerledikçe kapının önüne bir iple bağlanmış domuzu görüyorum. İğrenç sesler çıkartarak bir şeyler yiyor. Adam tekrar konuşuyor. Onu ve sözlerini duymak istemiyorum ama dinliyorum.

"Annesinden ayrıldığından beri böyle. Senin olsun ister misin?"

Tiksinmeyle suratımı buruşturup domuzun yanından uzaklaşıyorum. Babamın arkamdan bağırışını umursamadan kendimi koşar adımlarla evin içine atıyorum.

Yeni okulumda, yeni sınıfımın önündeyim. Annem ve babam kapının gerisinde dururken sınıftaki öğretmen girmem için komut veriyor. Adım seslerim mermer zeminde yankılanırken öğretmenin kürsüsünün yanına gidiyorum sınıftan çıkan tuhaf sesler eşliğinde. Herkes hep bir ağızdan farklı şeyler mırıldanıyor. Öğretmen cetveli birkaç kere tahtanın üzerine vurduğunda gürültü yok oluyor.

"Şu çenenizi kapatsanız olmuyor mu? Salaklar." Son kelime ağzından iğrenir gibi çıkıyor.

Kendimi tanıtmamı istediğinde önce eğilip daha sonra da konuşmaya başladım.

"Adım Park Chanyeol. Seul'den geldim."

Sınıftan tekrar bir uğultu yükselirken orta sıralarda oturan bir çocuk konuşmaya başladı.

"Hocam, bizim bir herife ihtiyacımız yok ki. Bize kız getirmelisiniz."

Öğretmen yüzüne alaylı bir gülümseme takınıp çocuğa cevap verdi.

"Yüzlerce kız gelse bile bir şansın yok."

Çocuk tekrar saçma sapan birkaç cümle söyledikten sonra öğretmen bana bir çocuğun adını söyleyerek otur dedi. Kim olduğunu bilmememe rağmen tek boş olan sıraya attım bedenimi.

Öğretmen ise hala kapıda beni bekleyen ebeveynlerimin yanına giderek onlara daha fazla burada durmalarına gerek olmadığını söyledi.

Sırama geçerken onu görmüştüm. Dünya umurunda değil gibi bir hali vardı. Benim sınıfa geldiğimi fark etmemiş, pencereden dışarıyı seyrediyordu. Göz bebekleri bir saniye olsun bana kaymıyordu. Dışarıyı seyretmeye devam ediyordu.

Önümdeki kızın aptal sorularına umursamazca cevaplarımı sıraladım.

Aklım hala o'ndaydı.

Teneffüslerde haplarımı alıyor ve çocuklarla kısa bir süre muhabbet ediyorduk. Her okul çıkışı bisikletimle eve dönerken onu ilk gördüğüm yere gidiyordum. Bazı günler göremiyor, bazı günler görüyordum. Gördüğüm günlerde ise yüzüme bakmıyordu. Yalnızca güzel dansını izleme şerefini bırakıyordu bana. Ders bitimlerinde gözüm ona kayıyordu. Derste ya uyuyor ya da hiçbir kelime söylemeden dışarıyı seyrediyordu. Zil çaldığında dağılan saçlarını bile düzeltmeden okulun, benim hiç bilmediğim köşelerine çekiliyordu. Teneffüslerde her ne kadar peşinden gitmek istesem de gidemiyordum. Ya önümdeki kız rahat bırakmıyor. Onu istemediğimi bile bile asılmaya devam ediyordu. Ya da çocuklar onunla takılmam için ısrar bile etmeden sıramı kendi sıralarıyla birleştiriyorlardı. Sadece bir kez, çok ama çok kısa süreliğine göz göze gelmiştik. Her okul çıkışında yaptığım gibi yine onu ilk gördüğüm yere gidiyordum. Kar tabakası biraz daha kalınlaştığı içim bisikletim ilerlemiyordu. Elimde bisikletimle ormana daldığım zaman o da buzun üzerindeydi. Bu sefer üzerinde siyah kabanı ve koyu gri atkısı vardı. Atkısı tüm boynunu kaplıyor, hiç açık alan bırakmıyordu. Ellerini dizlerine koyup dinlenirken beni fark ediyordu. Derin nefes alış veriş sesleri kulaklarıma kadar doluyordu. O böyle yaparken dudakları hafif bir şekilde aralık duruyordu. Kafasını kaldırıp ağaçların arasında duran beni fark ediyordu. Gülümseyip el sallıyordum. O ise, tekrar yaptığı işe dönüyordu.

Breaks Of The Ice // chanbaekTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang