16. Bölüm *Sır*

6.3K 435 38
                                    

“Teşekkürler.”

İçeriye girip kapıyı kapattım. Kapıyı tekrar nasıl açacağıma dair bir fikrim yoktu ama şuan onu düşünemeyecek kadar heyecanlıydım.

Arkamı döndüğümde yatağının üzerinde oturan orta yaşlı adamla karşı karşıyaydım. Saçlarının çoğu dökülmüştü. Kalanlar da kaşları gibi bembeyazdılar. Siyah ve beyaz karışık kirli sakalı vardı. Ufak bir kamburu çıkmıştı ve gözlerinin altı çökmüştü. Çok zayıftı. Derisinin üzerinde çeşitli lekeler oluşmuş gibiydi. Sonra bana ne istediğimi merak edercesine baktığını fark edip onu süzmeyi kestim ve   “Hey,” dedim.

“Sen kimsin?”

Odanın köşesindeki sandalyeyi çekip önüne oturdum. On yıl boyunca bir akıl hastanesine kapalı kaldığı için akıl sağlığını kaybetmiş olması olasıydı.

“Seni daha önce gördüğümü zannetmiyorum.” Ama konuşması hiç de öyle gözükmüyordu. Nasıl on yıl boyunca kalmasını istemişlerdi anlayamamıştım.

“Burada çalışmıyorum,” dedim. Kaşlarını kaldırdı. “Ben şu mahallenin köşesindeki okulda okuyorum.” Tam olarak hatırlayabilmesi için “Eski sağlık ocağının üzerindeki” diye ekledim.

Sağlık ocağını duyunca gözleri büyümüştü. “Bunun hakkında konuşmak istemiyorum.” Bağırdı.

“Yardımına ihtiyacım var. Gerçekten.” Sakin kalmaya ve onu yatıştırmaya çalışıyordum. Dışarıdakilere sesini duyurmaması gerekiyordu. Burada olduğumu birisi öğrenirse başım belaya girebilirdi.

Susup bana baktı.

“Okulumuzun müdürü, Mehmet Turgut Kılıçal.”

Bunu duyunca gerçekten şaşırmıştı. “Oraya bir okul yapıldığından haberdardım ancak müdürün o adam olduğunu bilmiyordum.”

“O adamın bodrumda, yani o eski sağlık ocağında ölüp sonrasında dirildiğini biliyorum.”

“Bu doğru bir şey değil.” Lafı çeviriyordu. Bu söylediğine kendisinin de inanmadığını biliyordum.

“Hayır doğru.”

“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

“Orada üç gün önce çok yakın bir arkadaşım ve iki gün önce sevgilim öldü. Ertesi gününde ikisi de sapasağlamdı. Daha öfkeli bir şekilde”

Panik olmuştu. “Bu olamaz. Zaman geçmeden birisi bu işi halletmeli.”

“Ne işi? Lütfen anlat bana. Bildiğin her şeyi anlat. Buna gerçekten ihtiyacım var.”

Bir süre gözleriyle beni süzdü. Bana güvenip güvenemeyeceğinden emin değilmiş gibi bakıyordu.

“Lütfen. Anlatman hiçbir şey kaybetmene sebep olmaz. Gerçekten buna ihtiyacım var. Tek çıkış yolum sensin.” Gözlerim dolmuştu.

Biraz duraksadı ve sonunda konuşmak için derin bir nefes aldı. “Mehmet ile, yani o müdürle, eskiden tanışıyorduk.” Konuşurken sürekli duruyordu. Sanki konuşmayı unutmuş gibiydi. Hecelercesine konuşuyor ve el hareketlerini rahatsız edici bir şekilde kullanıyordu. “Pek samimi değildik. Ama ikimiz de bir şeyler yazdığımız için tanışma fırsatı bulmuştuk.” Biraz daha durdu. Geçmişi hatırlamaya çalışıyor gibiydi. Gözlerini yere sabitlemişti. “Bir gün buluşup biraz takıldık. İkimiz de içmiştik. Sürekli bir kadına âşık olduğundan bahsediyordu.” Annem. “Sonra geç saatte ayrıldık ve beni birkaç saat sonra aradı. İntihar edeceğini söylüyordu. Hemen nerede olduğunu sordum ve bana arsanın ortasında bir merdiven bulduğunu ve aşağıya indiğini, orada kendini öldüreceğini söyledi. Kimsenin onu bulmasını istemiyordu.” Sürekli duraksaması işime gelmiyordu. Kısıtlı zamanım ve tükenmek üzere olan bir sabrım vardı. Nefesimi tutmuş onu dinliyordum. “Sarhoş olduğu için deli bir şey yapacağından şüphelenip yola çıktım. Onun kadar çok içmediğim için araba kullanabilecek kadar ayıktım. Fakat oraya vardığımda çoktan kendisini öldürmüştü.” Bunu duymak içimi ürpertmişti. “O sağlık ocağıyla ilgili tuhaf şeyler biliyordum ve kafam güzelken o şeylerin gerçek olabileceğini düşünüp onu dışarıya çıkardım. Sonra da orada bırakıp eve döndüm. Polise veya ambulansa haber vermemiştim çünkü onu benim öldürdüğümü düşünebilirlerdi. Sonuçta kafam güzeldi ve en son benimle vakit geçirmişti.”

“Sağlık ocağıyla ilgili ne biliyorsun?” Ağzım kurumuştu.

Gözlerini bana çevirdi ve rahatsız edici bir süre öyle kaldı. Sonunda konuşmaya başladığında beklediğim cevapları almak için sabırsızlanıyordum. “Çok eskiden, savaş zamanı orayı savaşta yaralanan kişileri iyileştirmek için yapmışlar. Ancak durumları çok kötü olunca orada yaşayan yaşlı bir kadına başvurmuşlar. O sıralar mistik şeyler çok yaygın olduğundan kadın bir büyü yapabileceğini söylemiş. O sağlık ocağının o odasında ölen veya yaralanan kişiler birkaç saat içerisinde tekrar canlanıp iyileşebilecekmiş. Sonra bu büyüyü yapmış. Fazlasıyla yardımcı olmuş. Ama bu büyünün varlığını onaylamayan insanlar artınca kadını öldürme kararı alıp yakmışlar.” Bu gerçekten inanması zor ve tuhaf bir şeydi. Ama son zamanlarda yaşadığım şeyleri düşününce bana o kadar da zor gelmiyordu. “Bir büyünün sahibi yanarak öldüğünde o büyünün de kaybolacağını düşünmüşler. Fakat bu doğru değilmiş. Aksine büyünün dengesini bozup kötü sonuçlara sebep olurmuş ve büyücünün huzura erişene kadar büyüsünün bulunduğu yerin etrafında hayaleti gezermiş.” Bu Efe’nin duyduğu çığlığı ve patırtıları açıklıyordu.

“Bu yüzden şimdi orada ölen kişiler öfkeli bir şekilde diriliyor öyle mi?”

Kafasıyla onayladı. “İlk başta öfkelerini kontrol edemeseler de sonra sinsi bir şeytana dönüşüyorlar. Öfkelerini yendiklerini, eskisi gibi olduklarını zannediyorsun ama gizli gizli öfkelerini en iyi şekilde kullanıyorlar.”

“Tıpkı müdür gibi… Peki, bunun bir çözüm yolu yok mu? Zaman geçmeden birisi bu işi halletmeli demiştin. Nasıl halledeceğim? Büyücüyü nasıl huzura kavuşturacağım?”

“Oday-”

Sözünü tamamlayamadan kapının kilidinin açıldığını duymuştum. Panik olmuş bir şekilde kaldım. İçeriye az önce aşağıda olan danışmadaki kadın girdi. Hemen suratımı aşağıya eğdim.

“Sen de kimsin?”

Sesimi değiştirme çabasıyla “Ben yeni geldim,” dedim.

“Hı peki.” Elindeki ilaçları ve suyu adama uzattı ve adam ilacı içtikten sonra tam çıkacakken suratıma bakıp gülümsedi. Sonra geri döndü. “Seni tanıyorum.” Kaşlarını çattı. “Sen aşağıdaki kız değil misin?”

Hızla ayağa kalktım ve yanından çıkıp koşmaya başladım. O sırada adam arkamdan bağırdı. “Odayı yakarsan büyünün etkisi kalkar.”

Koşup sağa döndüm ve tekrar o kilere girdim. Bir süre nefes nefese ve korkuyla ayak seslerinin geçip gitmesini bekledim ve ardından kıyafetlerimi geri giyip kapıyı açtım. Kimse gözükmüyordu. Hızla koşarak merdivenlerden aşağıya indim ve binadan çıktım. Yakalanmadığıma seviniyordum. Bodrumla ilgili her şeyi öğrendiğime seviniyorum ve en önemlisi artık Mert ve Efe’yi eski hallerine döndürme şansım olduğuna seviniyordum.

Sonunda rahatlamıştım. Her şey harika gidiyordu. Hemen gidip o odayı ateşe vermem gerekiyordu. Ama bunu gizlice gün içinde yapmam mümkün değildi. Geceyi beklemeliydim ve sabredemiyordum.

“Nerelerdeydin?” Irmak beni görünce koşarak yanıma geldi. Ağlamaktan gözlerinin altı çökmüştü.

“Hiç, önemli değil.” Gülümsüyordum.

Suratımdaki aptal gülümsemeyi kesemediğim için Irmak tuhaf bir şekilde baktı.  “Neler oluyor?”

Güldüm. Ona söylemeyecektim. Odayı yaktığım zaman hepsine tüm hikâyeyi anlatacak ve tüm bu şeyleri tek başıma yapabildiğimi, delirmediğimi onlara kanıtlayacaktım. “Sinirlerim çok bozuldu son zamanlarda. Ondan saçmalıyorum.” Dudaklarımın yukarı kıvrılmasını engellemeye çalıştım.

“Neyse,” omuzlarını kaldırdı. “Yağmur dışarıya çıkıp birlikte yemek yiyelim ve kafamızı dağıtalım dedi. Ne dersin?”

“Hayır, ben yatmak istiyorum. Dün gece hiç uyuyamadım.”

“Peki.”

Gülümsedim ve yukarıya çıktım. Yatağıma uzandığımda günlerdir ilk kez bu kadar huzurlu olduğumu fark ettim. Yine de içimde birkaç parça kuşku vardı. Bir aksilik çıkmasından veya o adamın anlattıklarının doğru olmamasından korkuyordum.

Yarın final gelecek!

BodrumOù les histoires vivent. Découvrez maintenant