9. Bölüm *İhanet*

7.5K 430 46
                                    

 Irmak telaşla “Ne yapacağız?” diye sordu. “Aşağısı çok karanlık”

“Babanın odasından bir fener getirebilir misin?” diye sordum.

“Tabi.”

Irmak gidince Mert ile baş başa kalmıştık ve doğal olarak gerilmiştim. Hiçbir şey söylemeden duruyorduk ve içimden Irmak’ın bir an önce gelmesini dilemekten başka çarem yoktu.

“Bu okula geldiğine lanet ediyorsun değil mi?” Sorusu üzerine ona doğru baktım. Kaşlarını kaldırmış, gülümsüyordu. O kadar sempatik gülümsüyordu ki ister istemez kalbimin atışları hızlanıyordu.

“Bilmiyorum,” dedim omuz silkerek. “Kimse peşinde onu öldürmek isteyen bir kaçığın dolaşmasını istemez.” Sonra durup ona doğru baktım. “Ya sen?” Kast ettiğim o değildi. “Sen okula gelişime lanet ediyor musun?”

Neden dercesine kafasını yana eğip kaşlarını çattı.

“Benim yüzümden sen de bu işin içindesin.” Tüm bu kargaşaya onu ben sürüklemiştim. Her şey aptal merakımdan dolayı başlamıştı. Belki şuanda gayet eğlenceli ve ergen işi bir lise hayatı sürecinde de olabilirdim. Belki Efe veya Mert ile çıkabilirdim. Okulun en popüler kızı ile arada kavga falan ederdik. Bilmiyorum, şuan yaşadıklarım her ne kadar korkunç olsa da bir yandan tüm bu gizem ve karmaşa işi hoşuma gitmiyor değildi.

Mert bir adım atıp bana doğru yaklaştı. Derin bir nefes aldım ve heyecanlandığımı ona belli etmemek için sakince yutkunup dudaklarımı ıslattım. “Hayır tabii ki,” dedi. Tüm bu yaşadığımız kötü şeyleri unutmuş, sadece bana hissettirdiklerinin hazzını yaşamakla meşguldüm. “Seni gördüğüm andan beri şimdiye kadar kimseye karşı hissetmediğim şeyler hissediyorum.” Utanmış bir şekilde gözlerini gözlerime çevirdi. “Aynı şeyleri hissettiğinden emin değilim ama yine de sana karşı boş olmadığımı bilmeni istiyorum.” Tüm bu söyledikleri üzerine içimdeki Mert mi Efe mi savaşında Mert galip gelmişti.

Gözlerine bir süre baktım. Sonra kafamı eğip yavaşça ve kısık bir tonla “Hissediyorum,” dedim. Uzun süre Mert’ten ses gelmeyince kafamı kaldırdım. Gülümseyerek beni izliyordu. Sonra usulca yaklaştı ve yanağıma bir öpücük kondurdu. Zaten sakat olduğum için ayakta durmakta zorlanıyorken bir de bunun üzerine tamamen dengemi kaybetmeme ramak kalmıştı.

“Şimdi, burada sormam ne kadar mantıklı bilmiyorum ama…” durdu ve bana doğru baktı. Sanırım kalbim artık atmıyordu. İflas etmişti. Nasıl nefes alacağımı unutmuştum. Düşündüğüm şeyi mi soracaktı? Belki sadece saat kaç falan diyecekti. Ama hayır, tahmin ettiğim soru birkaç saniye içerisinde gelmişti. “Benimle çıkar mısın?”

İstemsiz bir şekilde güldüm. Sonra kafamı salladım ve ayakta kalmak için yavaşça ona sarıldım.

“Sanırım bu evet demekti.” O da gülüyordu.

O sırada arkamızdan “Çıkıyorsunuz!” diye bir ses geldi. Bu Irmak’tı. “Çok sevindim! Bunu uzun uzun kutlamak isterdim ama pek vaktimiz yok.” Feneri bize doğru uzattı.           

Aşağıya inmek için sabırsızlanıyor olsam da tüm bu mutluluk cümbüşünün içinde yine o kişi yüzünden başımıza bir şey gelir korkusu da her yerimi sarmış durumdaydı.

Mert feneri eline alıp hızlıca önden aşağıya indi. Biz de peşinden indik. Uzun bir merdiven vardı ve etraf toz kokuyordu. Her hareketimizde tozlar havalanıyor ve fenerin ışığının önünde birbirleriyle dans ediyorlardı. Mert’in peşi sıra aşağıya inerken birden Mert’in bastığı basamaklardan birisi çöktü ve Mert tökezledi. Irmak ile birlikte küçük bir çığlık atmıştık. Mert “Dikkat edin,” dedi. “Basamaklar sağlam değil.”

BodrumWhere stories live. Discover now