30 - Git. Git. Git..(me)

Start from the beginning
                                        

"Aklında başka birisi var öyle değil mi?" dedim yüzümü buruşturup, öfkem gittikçe alevleniyordu. "Bunca zamandır beni kandırıp durdun, bunca zamandır aklında bir başkası vardı. Ne kadar aptalım Tanrım, Jongin aylardır köpek gibi peşinde dolaşıyorum ne kadar da aptalım."

"Sehun, hayır!"

"Ne hayır! Jongin tanrı aşkına ne hayırı, duydum. Tao'yla tüm konuşmalarınızı duydum. Onu aklından atamadığını söyledin!"

İkimiz de tamamen birbirimize dönmüştük, arabadaki ısı bir anda beş derece artmıştı sanki. Bağıra bağıra söylediğim her kelime yankılanıp kulağıma ulaşıyordu.

"Yanlış anlıyorsun!" dedi Jongin, kafasını iki yana salladı. Bir eli hala direksiyonun üzerindeydi. "Sadece yanlış anlıyorsun, aklımda birisi yok, sandığın şekilde değil."

Bir de pişkin bir şekilde inkar etmesi sinirlerimin iyice bozulmasına neden oldu. Birkaç saniye bekledim, o kısacık sürede aklım birazdan yapacağım şeyi düşünmeyi kesinlikle reddetmişti. Yerimden hafifçe doğrulup Jongin'in üzerine eğilirken hala sinirle soluyordum. Sonunda dudaklarım onun dudaklarını kapladığında bedenime elektrik verilmiş gibi hissettim. Aynı zamanda hala elektrik yüklüyken suyun içine girmişim gibi. Dudaklarımın altındaki hareketsiz dudakları biraz daha çekiştirdim. O güne dek yapmayı istediğim şeyi yapıp çaresizce öptüm Jongin'i. Bir daha güneşin doğuşunu görmeyecekmiş gibi, bir daha nefes almayacakmış gibi, bir daha gülmeyecek yaşamanın tadını bir daha almayacakmış gibi öptüm. O ise hiçbir şekilde karşılık vermedi. Sonunda geri çekilip gözlerimi açtığımda Jongin'in şoka uğramış ifadesini gördüm. Gözyaşlarım gözümü yakmaya başlamıştı bile, yine de kendimi engel olup yerime geri oturdum.

"Yanlış anlıyorum." dedim onun dediği şeyi tekrar edip, öpüşüme karşılık bile vermemişti ve kalkıp bana aklında bir başkasının olmadığını söylüyordu.

"Sehun.." Jongin'in çaresiz sesiyle gözlerimi sıkı sıkıya kapattım, ardından tekrar eski pozisyonuma dönüp Jongin'e sırtımı döndüm. Konuşma bitmişti, anlamam gereken her şeyi anlamıştım. Jongin de bunu fark etmiş olacak ki başka bir şey söylemedi, eve dönüş yolunda, eve girerken ve odalarımıza ayrılırken ikimiz de sessiz kaldık. Çünkü konuşacak hiçbir şey yoktu.

...

Koca bir boşluk. Odama girdiğimde hissettiğim ilk şey bu oldu. Ardından sanki boşluğu dolduracak kişi odanın içinde bir yerdeymiş gibi etrafıma bakındım. Hiçbir yerde yoktu, Taemin sanki oraya hiç uğramamış gibi çekip gitmiş ve geriye kocaman bir boşluk bırakmıştı. Bir gecede elimdeki her şeyi kaybetmiş gibi hissediyordum. Yaşama tutunduğum ne var ne yoksa ellerimden kaymıştı sanki.

Yatağın üzerine oturup bir süre boş boş etrafa bakındım. Taemin'in gidişinin acısı o an çok daha fazla hissedilir olmuştu, sanki geri dönmek için yalnız kalmamı bekliyordu. Koca bir yalnızlıkla baş etmek zorundaydım, her şey ellerimden kayıp gidiyordu ve ben onları tutamıyordum. Tek yapabildiğim kendi kaybedişimi boş gözlerle izlemekti. Yatağa kıvrılıp kollarımı kendime doladım. Aynı anda tüm gün boyunca içime akıttığım göz yaşlarım da gün yüzüne çıktı. Ne kadar sesli olduğunu umursamadan ağlamaya başladığımda son gardımı da indirdiğimi ve tamamen kaybettiğimi biliyordum.

Taemin'in yastığını alıp ona sarılırken ağlamaya devam ettim. Gürültülü hıçkırıklarım umrumda değildi, Jongin'in beni duyması umrumda değildi sadece ağlamak istiyordum. İçimdeki her şeyin dışarı akmasına ihtiyacım vardı, güçlüymüş gibi durmaktan bağırıp çağırmaktan yorulmuştum. Güçlü değildim ve öyle görünmek istemiyordum. Bu kadar kaybetmişken güçlü görünmeye ihtiyacım yoktu.

O pozisyonda ne kadar durduğumu bilmiyordum, fazla etmemişti, hala ağlamaya devam ediyordum. Odamın kapısı açıldığında kendimi durdurma ihtiyacı hissetmedim, gelenin kim olduğunu bildiğim için kafamı kaldırıp bakma ihtiyacı dahi duymadım. Sadece "Git." dedim hıçkırıklarımın arasından.

Jongin'in beni dinlemeyeceğini biliyordum, adımları yatağa ulaştığında kendimi iyice topladım. Önce yatağın üzerindeki ağırlığını ardından hemen arkama yerleşen bedenini hissettim. Yatağın kenarında topladığım bedenimi hiç zorlanmadan kendine doğru çekti, sırtım göğsüne yapışırken ondan kaçmak istedim ama bunu yapacak gücüm yoktu.

"Git." dedim bir kere daha, "Git Jongin, sadece git!"

"Gitmiyorum." altımdan geçirdiği koluyla belime sarıldı. Üstteki eli saçlarıma ulaştı, saçlarımı okşamaya başladığında daha fazla ağlamaya başladım. Bedenim sarsılıyordu, hıçkırıklarım odanın içinde yankılanıyordu fakat tüm bunlar Jongin'in umrunda değil gibiydi. Beni kendine biraz daha yaklaştırıp "Özür dilerim." dedi, "her şey için Sehun, çok üzgünüm."

Bunun ardından ikimiz de başka bir şey söylemedik. Ona doğru dönüp kafamı göğsüne gömdüm. Ben onun tişörtünü sıkarak ağlamaya devam ederken o da hafif hafif sırtımı okşadı. Jongin o an bana iyi geliyordu, bunun farkındaydım ve bu daha da fazla ağlamak istememe neden oluyordu. Ben de öyle yaptım, aldığım yaraların başka türlü geçeceği yoktu ve Jongin'in kollarında olmak her zaman yaşadığım bir şey değildi. Ona ne kadar kızgın olsam da bunu sevmekten kendimi alamıyordum. O her zaman hem yarabandım hem de yaramdı, hem beni oradan oraya savuran bir kasırga hem de içimi ısıtan bir kış güneşiydi. Jongin benim çaresizliğimdi ve ben o çaresizlikle onun kollarında sabaha kadar ağlamaya devam ettim.

H4N // sekaiWhere stories live. Discover now