"Getirdim." Omzunun üzerinden bana bakıp elini üzerindeki siyah ceketinin içine soktu. Elini geri çekmeden tereddütle yüzüme baktığını görünce bir anlık endişeyle yaslandığım tahta korkuluktan kendimi çektim.

  "Bunu neden istediğimi biliyorsun." Sesim sertti, dışarıdan dinleyen biri için hiçbir ifade taşımıyordu. Ama içinde sonu gelmez bir endişe ve özlem saklıydı. Asya'yı kurtarmak için ceketinin cebindeki o kâğıda ihtiyacım vardı.

  Korku barındırmayan gözlerimin içine baktı. İkimizde Gümüş'e girmenin düşünüldüğü kadar kolay olmadığını biliyorduk. Oraya girmek kolay değildi ve bunun hepimiz farkındaydık; ama çıkmak imkânsızdı.

  Peşimde Atlas ve Sansar'ı sürükleyeceğim için başlarda kararsızdım ama şimdi onların da en az benim kadar güçlü bir nedeni vardı Gümüş'e girmek için; kardeşleri Gümüş'de tutuluyor olabilirdi. Oradan her birimizin sağ çıkması imkânsızdı. Kayıplar olacaktı, ya da arkada bıraktıklarımız. Ama Asya'yı kurtarmak her şeye değerdi.

  "Asya," diye fısıldadı dev adam. Elini ceketinden çıkardığında iri ellerinin arasında üst üste katlanmış bir kâğıt vardı. Kâğıdı bana doğru uzatırken bir şey söylemedi.

  Elindekileri alırken gözlerimi yumup gerçek bir minnetle "Sağ ol," dedim. Gözleri aptal bir bakışla bana bakmayı sürdürdü. "Bana yardım edecek misin?"

  Sessizce başını sallayarak onayladı. Yanımdan geçip ahırın kapısına doğru ilerlerken kır at sanki onun gittiğini sezmiş gibi huysuzlandı, kişneyip ipinden kurtulmaya çalıştı. Vural arkasına bakmadan ahırdan çıkarken katlanmış ve biraz buruşturulmuş olan koca kâğıdı açtım ve bakışlarımı çizgilerin, kutucukların ve üzerine yazılmış olan her bir kelimenin üzerinde dikkatle gezdirdim.

  Her şeyin sonuna bir adım daha yaklaşmıştık.

Atlas

  Esma'nın annesi yemek servisini yaptıktan sonra karşımdaki sandalyeye oturup samimi bir gülümsemeyle bana baktığında şu an yaptığım şeyin farkına vardım; bu gece neden olacağım kan gölünden, bağırışlardan, nefesleri leş gibi alkol kokan adamların heyecanlı yüzlerinden, demir balkonun ardındaki sinsi düşüncelerden ve daha yeni bu işe adım atmış genç çocukların imrenen bakışlarından sadece saatler önce, tertemiz bir aileyle tanışma yemeği yiyordum. Midemin bir an için bulandığını hissettim. Beni bundan birkaç saat sonra o ringin içinde karşımdaki adama acımadan –hatta belki de rahatlayarak- art arda yumruk attığımı görselerdi eminim bakışlarında samimiyetten çok dehşet barındırırlardı.

  Kemal Abi "Hadi afiyet olsun," der demez mercimek çorbasını iştahla kaşığına doldurdu. "Vuslat da en az Semra Ablan kadar iyi yemek yapar genç adam."

  Semra Abla utangaç bir şekilde gülümseyip bana baktığında ben de gülümsedim. Yanımda oturan Vuslat'a hissettirmeden bir kez daha ona baktığımda yüzünün her zamankinden daha pembe oluşu şüphelendiğim şeyin doğruluğunu kanıtlıyordu. Kulağına doğru eğilip sessizce "Ağladın mı sen?" diye sordum.

  Bakışları kısa bir an bana döndüğünde gri gözlerindeki yorgunluğu ve huzursuzluğu izledim. Tedirgin olduğunda ya da heyecanlandığında çok sık yaptığı gibi gözlerini kaçırdı. Dalgın bir şekilde kaşığını çorbanın içinde gezdirirken sessizce mırıldandı. "Hayır."

 Bana yalan söylemesinden ciddi anlamda nefret ettiğim için bakışlarımı üzerinden çekmeden önce, ona kaşlarımı çatarak baktım. Onu bu kadar üzecek şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Sormak için doğru zamanı beklemeye karar verdiğimde Semra Abla "Nasıl gidiyor okulun oğlum?" diye sordu."Vuslat hukuk okuduğundan söz etmişti."

Düşünce MahkumlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin