1814.

403 28 7
                                    

Beynine dolan düşünceler gerçekten acı vericiydi. Alfred, bazen kendi kendine sormaktan alamıyordu ''Değdi mi?'' sorusunu.

''Bunca karmaşaya değdi mi? Matthew'le, her zaman yanımda olan tek kişiyle aramın açılmasına, onlarca insanımın ölmesine... Gerçekten bunlara değer mi? Belki de sadece boyun eğmeli ve sorun çıkarmayı kesmeliyim.''

Arada bir zihnine dolan bu pesimist düşünceler beynini haşlıyor gibiydi. Ve böyle anlarda ağır düşüncelerin etkisinde kalmamak için çığlık atmak istiyordu. Kaçmak. Uzaklaşmak. İnsan olmak isterdi mesela, böyle karmaşık düşüncelerle dolmaktansa kısa bir ömre sahip olmak daha eğlenceli olurdu. Fakat ardından kendisini toparlıyor ve etrafındakilere bakıp tekrar ediyordu.

''Ben haklıyım, ve ben, savaşacağım. Her şey için.'' İkilemlerde hep bu cesur taraf kazanıyordu. Her zaman ilerlemek isteyen şu sıkıcı ve sinir bozucu taraf. Kendisini kendisi gibi hissettiren taraf. Yine de bu taraf, Matthew konusunda kalbinin acımasını engellemiyordu. Sonuçta kardeşiydi ve bir anlık ahmaklığıyla onu bir anlamda ''kendi toprakları içine katmaya'' çalışmıştı.

Aslında düşününce bu müthiş bir şey olmalıydı. Eğer birlik olsalardı, daha güçlü olurlardı. Ve daha mutlu. Yangın olayı kalbine bir ağrı gibi saplanmıştı. O gecenin sabahında sol göğsünün hemen altında oluşan yanık izi ona önemli bir şeyi yapma ihtiyacı hissettirmişti. Tekrar Matthew'le barış yapmayı.

Ve işte buradaydı. Elinde onun sevdiğini bildiği, cam şişe içinde akçaağaç şurubu, Matthew'in kapısının önünde dikiliyordu. Kendisini gördüğünde vereceği tepkileri düşündü. Büyük ihtimal ''Merhaba Al!'' deyip sarılmayacaktı. Gergin bir gülümseme takınıp elini kapıya uzattı. ''En fazla ne yapabilir ki?'' diye düşündü huzursuzlukla. ''Beni öldüremez... Yani denemez... Umarım.'' Kapıyı hızlıca tıklatırken bunları düşünüyordu. Ve içinden kendisine şans diliyordu.
___________________________________________

Matthew savaşın bitmesinden duyduğu rahatlamayı tarif edemezdi. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu gerçek manada verdiği ilk büyük savaştı, yani koloni olduğu zamanlardan beri. Ve bu savaşı, yabancı kolonicilerle yapmamıştı...Alf-Amerika, diye düzeltti zihninde, sınır komşusu ve normalde savaşlarda beraber savaştığı "ikizi" ile yapmıştı...

Tabii ki, ülkeler olarak aralarında savaşlar olabilirdi, ama başkentini işgal etmek ve ona olan güvenini kullanmak? Bu sınırı aşmaktı. Koltuğa yaslanıp iç çekti, Kumajirou'nun yanına zıpladığını hafif sarsıntıdan anlayabiliyordu. Normalde ayısı ona "Kim?" diye sorardı veya sadece yemek isterdi, ama aynı şekilde kendisi de ülkenin temsilinin bir parçası olunca, onun hissettiklerini hissedebiliyordu ve sadece kucağına yatıp kıvrılmıştı. Matthew gözlerini kapattı ve Kumajirou'nun kürkünü okşadı, nasılsa normalde sert lafları olan arkadaşı onu ne zaman ve nasıl neşelendireceğini bilirdi.

Kapının çaldığını fark ettiğinde, neredeyse uyuyakalmıştı. Kalkmak istemese de, bu belki bir devlet görevlisi olabilirdi, sonuçta savaştan yeni çıktıklarına göre işi çoktu, bu yüzden kucağında uyuyakalmış ayısını dikkatlice kaldırıp koltuğa geri koydu, ve kalkıp cama gitti.

Camda kim olduğunu gördüğünde ise, uykulu ve sakinlemiş ifadesi gitti, bakışları önce şoka, sonra sinir ve neredeyse nefrete, tiksinmeye döndü, ama en sonunda soğuk ve sert bir bakışta karar kıldı gözleri. Masanın üstünde duran silahını aldı ve girişe gitti. Kapıyı dikkatlice açtı, bakışları hala sertti, ama yüz yüze gelince daha bir... donuklaşmıştı.

Silahını, elinde akçaağaç şurubu tutan ve tıpkı geçen sefer -onu kandırdığındaki, diye tekrar etti zihnindeki ses- yüzünde olan ifadenin benzeriyle barış için gelmiş gibi gözüken Alfred'e silahını doğrulttu. "Konuş." Ne bir selam, ne bir merhaba- Al değil, Amerika bile dememişti, sadece tek kelime. Elindeki titremeye engel olmaya odaklıydı daha çok, sinirini bastırmaya çalışmak normalde bu konuda sorun yaşamayan biri için bu sefer çok zordu nedense.

1814.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin