"Gelmiş." dedim onu tekrar ederken, "Tanrım, Jongin." Jongin'in ismi ağzımdan bir çığlık misali dökülmüştü, derin bir nefes daha verip gözlerimi sıkıya sıkıya yumdum. Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı fakat gözyaşlarına izin vermedim, tanrım oradaydı. Sadece biraz ilerimde duruyordu. Üstünde benim seçtiğim damatlıkla duruyordu. Her zamanki gibi mükemmeldi. Buna inanamıyordum. Oradaydı.

Jongin ismini ulusa seslenir misali haykırınca bana döndü. Geç kalmış gibi durmuyordu, acele eder gibi bir hali yoktu, başka bir şeyle ilgileniyordu sanki. Kendimi küçük bir çocuk gibi hissettim o bana bakarken, yüzümde asılı kalan bir gülümseme vardı. Her an üzerine koşup boynuna atlayabilirdim.

"Ne işin var burada?" Jongin sesini bana duyurabilmek için bağırarak konuşması kendime gelmemi sağladı, aynı zamanda biraz kızgın duruyordu. Xiumin'in yanından ayrılıp hızla aramızdaki mesafeyi kapattım.

"Gelmişsin." dedim gülümsememi bozmadan, içim içime sığmıyordu.

"Tanrım Sehun, elbette geleceğim!" Çok bariz bir şeyden bahsedermiş gibi konuştuğunda kendini tanımadığını anladım, söz konusu Jongin olunca düğüne gelmesi pek de sıradan bir şey değildi. O an kesinlikle sıradan bir anda değildik. "Senin ne işin var burada?"

O an Jongin'e dönüp gelmeyeceğini sandım diyemeyeceğim için omuz silktim, "Havanın nasıl olduğuna bakmaya çıktım." dedim saçma olmasını umursamadan.

"Bunun için mi dışarı çıktın? Her şeyi mahvettin resmen." Sinirle gözlerini devirdi. Ne diyeceğimi ya da neyden bahsettiğini bilmiyordum. Jongin'in o an yılmış gibi bir hali vardı. Elini kaldırıp burnunun kemerini sıktı.

"Bunun şimdi olmaması gerekiyor." dedi sinirle ve ben bir kere daha neyden bahsettiğini anlayamadım.

"Her neyse geldiğine göre de artık bir önemi yok." Ardından arkasını dönüp birisini küçük bir işaretle yanına çağırdı. Neler döndüğünü anlamak için etrafıma bakındım fakat pek bir şey anladığım söylenemezdi.

"Düğün hediyesi," dedi yanına gelen çocuktan iki küçük kutu alırken, "düğün günü verilir, erkenci davrandın."

Elime ona aldığım saati hiç açılmamış şekilde tutuşturunca şaşkınlıkla ona baktım. Gülümsemiyor ya da kaş çatmıyordu, tamamen ifadesizdi yüzü o an.

"Dayanamamıştım." dedim elimdeki kutuya bakıp. Herhangi bir şey düşünemeyecek kadar sersemdim.

"Geç falan kalmadım, bununla uğraşıyordum. Gecenin sonunda görmen gerekiyordu." sinirle oflayıp o da kendi elindeki kutuya baktı. "Her şeyi mahvetmekte üstüne yok öyle değil mi? Pekala, şimdi hediyeni bana vereceksin ve ben de kendi hediyemi vereceğim."

"Pekala." dedim ben de elimdeki kutuyu ona verirken. "Tebrikler, evleniyorsun."

Yaptığım şakaya gözlerini devirdi, o an bu hallerine bile şükrediyordum. Orada bulunmayabilirdi de. Hediyemi alıp kutuyu yavaşça araladı, tam da o an parmağında parıldayan yüzüğü gördüm. Aylar önce ona aldığım küçük yüzük. Tanrım, takıyordu! Bir anda bu kadar şoku atlatabileceğimden şüpheliydim.

"Teşekkür ederim." dedi kutuyu tekrar kapatırken. Sanki ilk defa eline almış gibi davranması kıkırdamak istememe neden oluyordu. "Gerçekten çok güzel."

Karşılıklı birbirimize bakıyorduk, düğün saati çoktan gelmişti fakat umrumda değildi. Jongin o an nefesimi kesecek kadar mükemmeldi. Elinde bana aldığı hediye vardı, küçük bir kutunun içinde duruyordu. Sonunda, artık sabırsızlığımın sınırlarına geldiğim bir anda, kutuyu bana uzattı.

H4N // sekaiWhere stories live. Discover now