he smiled, i died

7.9K 574 185
                                    

Bazı şeylerin değişmesine, insanların değişmesine ihtimal vermezdim. Sanki... değişmek mümkün değil gibi gelirdi. Bir şey neyse, odur, fazlası olmaz gibi. Ama bunun gerçekleştiğini görmek güzeldi. Beni unutmuş olan serseri Luke'un bir buçuk yıl sonra karşıma çıkması, gerçek bir erkek gibi haberi bile olmadan kızıyla böyle ilgilenmesi...

Aklımda bir şeyler yer değiştiriyordu. Bir şekilde Luke'un öğrenmemesini sağlamayı planlıyordum çünkü ilerde kızıma 'baban seni istemedi' diyerek onu üzmek yerine 'babana seni söylemedim' derdim. Benden nefret etse bile hiç tanımadığı babasından nefret etmesini sağlamaz, bunun kırıcılığını tatmazdı.

Şimdiyse onlara baktığımda, nasıl söyleyeceğimin planını yapmaya başlıyordum. Luke'un sırtını ağaca yaslamış, göğüsüne Lily'i almış onunla oynayan halini gördüğümde ister istemez tüm hücrelerim itiraf etmemi söylüyordu. Bunu istiyordum.

Lily'nin ilk kelimesini söylediği an büyülüydü. Sanki dünya ağır çekime alınmıştı ve hepimiz farklı bir boyuta girmiştik. Bir anda evren bizim için durmuştu. Luke ona inanamaz şekilde bakarken kalbim durmak üzereydi. Tepkisini deli gibi merak ediyordum, ve küçük kızıma biraz da kızıyordum. Hadi ama, onca zaman anne demesi için ağzına bakmıştım ve o baba kelimesini sadece birkaç kez duyduğunda Luke'a söylemişti.

Luke şaşkın şekilde onu kucağına alıp, aptal bir gülüşle yüzünün her yanını öpmüştü. Sonrasında 'baban ilk bana bunu söylediğini duyduğunda sana çok kızacak' demişti ama yüzünde hala salak bir sırıtış vardı.

Lily'i kucağından alırken Luke'un ellerinin buz gibi olduğunu hissetmiştim. O kadar etkilenmiş ve heyecanlanmıştı ki, aklımdan çıkaramıyordum.

İki gün geçmişti. Bir şekilde Luke'la daha yakındık. Ona geldiğinden beri ilk kez sarılmıştım. Evet, kesinlikle daha yakındık.

Hava Londra'ya göre fazla sıcak olduğundan bunu değerlendirmek amacıyla piknik yapmaya çıkmıştık. Luke'a bir hafta sonra Lily'nin ailesinin geleceğini söylemiştim. Biraz üzülse de onların iyi insanlar olduğunu ve Lily'le ilgilenmeye devam edebileceğimizi söylediğimde gülümsemişti.

Luke'un kucağında, ayaklarını karnına koymuş olan Lily sürekli zıplayıp Luke'un saçlarına dalıyordu. Yanlarına yaklaşıp sırtımı Luke gibi ağaca yasladım ve izlemeye başladım yeniden.

Lily çığlık atarak birkaç kere Luke'un karnında zıpladığında Luke inleyerek kahkaha attı. "Hey, hey! Sence ben oradan dans pisti gibi mi duruyorum?" Sorusundan sonra Lily kahkaha atarak daha çok zıpladı, ellerini çırptı. Luke karnından sıkıca tutuyor olmasaydı ayaklarının üstünde duramazdı. "Ah, sanırım öyle duruyorum!"

"Çok terlemişsin ama," diyerek Lily'e yaklaştım. Sarı saçları sırılsıklamdı, boğumlu boynu ise terle parlıyordu. Üzerindeki küçük unicorn tişörtünü çıkarıp çantaya koydum. Michael kesinlikle çok düşünceli bir amcaydı!

Çantanın kenarından belli olan hazır mama kavanozunu gördüğünde mızıkçı bir şekilde Luke'un ellerinden kurtulmaya çalıştı. Bir elini kavanoza doğru uzatıp diğerini ağzına sokmuştu. Luke'la ona kahkaha attık. Tanrım, sürekli açtı. Daha evden çıkmadan yedirmiştim!

"Tamam küçük penguen, şimdi seni yedireceğiz," diyerek onu kucağına, bana dönük oturttu. Sırtını Luke'un kaslarına yaslamış olan Lily'nin mızıkçılığı gitmişti. Oh, tabii, yeri fazlasıyla rahattı. Penguenlerin minik boku.

Mamasını alıp önlerine oturdum. Bağdaş kurduktan sonra kavanozun kapağını açıp küçük kaşığıyla yedirmeye başladım. Çıkmış olan tek tük dişlerini kaşığa sürtüyor, ardından kendi kendine kıkırdıyordu. Bazen Ashton'la akrabalığım olup olmadığından şüpheleniyordum. Tıpkı onun gibiydi, sürekli kıkırdayacak bir şeyler buluyordu.

Elini kirlenmiş ağzına koyup kocaman sırıtarak mamayı her tarafına bulaştırdıktan sonra ilk kendi üzerine, sonrasında Luke'un pantolonuna sürdü.

"Her tarafımızı mama yaptın!" diyen Luke'a kötü kötü baktım. Lily hep böyle yerdi, o doğduğundan beri günde kaç kez üst değiştiriyordum. Temiz kıyafetim bile kalmıyordu. Şimdi Bay Hemmings pantolonunun mama olmasına laf ediyordu!

"Öyle bakma! Ben üstüm kirlendi diye demedim!" diyerek kendini savunmaya geçti bakışlarımdaki tersliği farkedince. "Yemin ederim! Gidince onu yıkamamız gerekecek diye dedim."

"Ben yıkarım! Kim dedi sana yıkamanı!" diye çıkışırken ıslak mendille Lily'nin ellerini sildim, ardından Luke'un pislenmiş pantolonunu. Tekrar yedirmeye devam ettiğimde Luke, Lily'nin ellerini tutuyordu.

"Ben öyle demedim! Ya hasta olursa diye!" Kendini savunmaktan asla vazgeçmeyecekti.

"Tabii, ya! Çabuk bıktım demiyor da!" diye söylendim. Lily'i yediriyordum ama nasıl yedirdiğimin farkında değildim.

"Leah! Tanrı aşkına neden bı-" Sözünü kesen sinirli bir bebek çığırışıydı. İkimizde başımızı eğdiğimizde ağzındaki mamayı yutmamış, çenesinden itibaren bütün üzerine çıkarmış, ağlayan Lily'i gördük.

"Lily!" diyerek ıslak mendili silmek için yaklaştırdığımda çığırarak eliyle beni itti. Bağırışmadan korkmuştu. Aptal herife dalıp unutmuştum onu!

"Bebeğim, yok bir şey," diyen Luke'a baktım. Sadece karışmayıp onları izledim. Luke'un nasıl onu sakinleştireceğini ya da en azından deneyeceğini merak ediyordum. "Sadece küçük bir tartışma."

Lily yine hıçkırarak elini uzatıp Luke'un suratını kendinden uzaklaştırdı. Gülmemi bastırmam için öksürmem gerekti ve Luke bunu farketti.

"Sence komik mi? Burada sakinleştirmeye çalışıyorum!" diye bana şakayla karışık bağırdığında Lily daha fazla çığırdı onu bastırmak istercesine. Ardından elini Luke'un yanağına gelişigüzel geçirip onu uzaklaştırdı.

"Ah, ilk tokadımı yedim sanırım," dediğinde bu biraz ironikti. Beni bıraktığı için ilk tokatını benden yemeliydi ama bunu benim yerime kızım yaptığı için minnettardım.

Lily onunla uğraşmaya dalmışken ben de kenardan ıslak mendille yüzünü, boynunu güzelce temizledim. Arada farkediyordu ama elimi hızla çektiğimde benim olduğumu anlamayıp Luke'a sinirle yine bağırır gibi yapıyordu.

Çıtçıtlı badisini çıkardığımda sadece beziyle kaldı. Üşümüş olacak ki, kavga etmeyi bir kenara bırakıp minik tombul kollarını Luke'un az önce ittiği kaslı koluna sardı. Kıkırdayarak çantadan yeni bir çıtçıtlı alıp kucağıma koydum.

Lily'i de kucağıma alıp örtüye yatırdıktan sonra üzerini giydirmeye başladım ama üşüdüğü için sürekli kollarını bana uzatarak yüzümü tutmaya çalışıyor, saçlarımı ellerine sarıyordu.

Sonunda badisini ve üzerine ince bir hırkayı giydirdim. Altına da eşofman altı geçirip onu kucakladım.

"Sen toparlan," diyerek Lily'i kucağımdan çeken Luke'a başımı salladım.

Bebek çantasına onun kirli çamaşırlarını, yarısı yenilmiş kavanozunu koydum. Sonrasında piknik çantasına da az önce sosislilerini bitirdiğimiz kabı, boş bardakları ve yarısı içilmiş kola şişesini koydum. Kenarda duran küçük topu ve Lily'nin birkaç tane oyuncağını da poşete koyup hazırlanmamı tamamladım.

Sonrasında gördüğüm şeyse hayatım boyunca görüp görebileceğim en mükemmel manzaraydı. Bunu hakedecek ne gibi bir iyilik yaptığımı bilmiyordum ama, bu duruma gelmemize kadar çektiğim tüm acıları toz bulutu gibi süpüren günler geçiriyordum.

Sarışın kızını kollarının arasına sıkıştırıp sımsıkı sarmıştı. Lily'nin başı Luke'un boynunda, eli ise Luke'un piercinginin üzerindeydi. Lily, babasının dudağının yarısını kavramış, öyle uyuyordu. Üstelik Luke'un da başı ağaca yaslanmış, gözleri kapanmıştı. Uyukluyor olmasına rağmen kollarının arasında duran kızına sıkıca yapışmıştı.

Yavaşça üzerlerine eğilip dudağımı Lily'nin, Luke'un dudağını kavrayan tombul elinin üzerine bastırdım. Sıcacık tombul etini öperken dudaklarım Luke'un dudağına değmişti. Öperken kapattığım gözlerimi araladığımda uyuklayan Luke'un yüzündeki o tembel, uykulu gülümseme beni bitirdi.

little penguin ╬ hemmingsWhere stories live. Discover now