16. Mavi ♣

Mulai dari awal
                                    

"Nasıl?" dedim boğuk bir sesle, ağzımda ekşi bir tat vardı ve üflenen havayla iyice bozuk, çürük bir hal almaya başlamıştı.

"Sen yere düştüğünde, odanın önünden geçiyordum. Koridor inliyordu çünkü." Eli ensesine gitti. "Seni öyle görünce de kaldırmak istedim ve Deniz'le tartıştık. Nöbet geçirdiğini tahmin edemedim,"

Elim direkt cihaza uzandı ve ağzımdan çıkardım, bu sefer hafif bir sızlama dışında pek bir acı hissetmememiştim çünkü acıdan önce başka duygular sıraya dizilmişti. "Ne nöbeti?"

"Çok soru sordun," diyerek başından savmak ister gibi elini salladı ama bu işin ucunu kolay bir yolla bırakmayacaktım.

Kaşlarımı çatarak, "Neler olduğunu anlatır mısın? Lütfen." diye irdeledim.

Simsiyah gözlerinin içinde biriken kararsızlığı görebiliyordum, anlatıp anlatmamak konusunda tereddütte kalmıştı ama en sonunda bir seçenekte sabit kalmış gibi derin bir nefes aldı.

"O orospu çocuğunu ilk defa şu psikoloğun odasında gördüm, diyalize ilk başladığım zamanlardı. Yine nöbet geçiriyordu." Bir anı gözlerinin önüne dökülmüş gibi yüzünde hüzünlü bir ifade canlandı. "Nöbet geçirdiği zaman kendinden geçiyor ve ben de bunu bilmeyen biri olarak onu durdurmak istedim."

Sözcükleri boğazını tıkamış gibi duraksadığında çenesi kaskatı kesilmişti ve gün geçtikçe sararmış yüzü gerilmişti. Devam etmeyeceğini düşündüm ama sıktığı yumruklarını gevşeterek gözlerini yumdu. "Onu durdurmayı denerken böbreklerime darbe aldım ve o sene bitmesi gereken diyaliz süresi uzadı. O piç olmasa çoktan tedavi olup bu lanet yerden kurtulmuştum."

O kare zihnimde canlandığında acizlikten beslenen yanım, Deniz'i haklı çıkarma yoluna giderken, öte yanda parlayan tarafım nefretimi körüklüyordu. Deniz'in kasten yapmadığını bilsem bile bir insanın hayatıyla, dolaylı yoldan hayalleriyle oynamak üstü çizilemeyecek bir hataydı.

"Dün de aynı şey oldu, nöbet geçiriyordu ama bu sefer durdurmayı denemedim. Seni kucağıma aldıktan sonra odana getirdim ve gerisi öyle işte," diye homurdandı. Keyfinin kaçtığını ve ruhsuz bir moda girdiğini görebiliyordum, geçmişe el uzatmak onu yıpratmış gibiydi.

"Peki, dün yaptıklarının üstünü nasıl kapattı?" diye sorduğumda sıkılmış, bıkkın bir ifadeyle yüzüme baktı. İlk hatırladığımdan çok daha ruhsuz, boş bakıyordu.

"Seni odaya getirdiğimde kavga ettiğinizi ve kendi kendine düştüğünü söyledim ve o da arka çıkmış olmalı," diye yanıtladığında sertçe yutkundum.

Kelimeleri zihnimin içine oya gibi ağır ağır işlendi, aklanmak için yere düştüğüm yalanını mı öne sürmüştü? Bedenimdeki fiziksel acıların yerini, Deniz'e ait tüm duygularımın pişmanlığa batırılmış hali alırken içim acıdı ve ağlamak istedim. Gündüzünde yüzümdeki gülümsemenin sebebi olan adamın, gecesinde beni yerle bir etmesini kaldıramıyordum. Duygularıyla hareket eden tarafım bile bu sefer bana acımış gibiydi; güvendiğim, ellerinin inceliğini hayranlıkla izlediğim adam yüzünden yere çakılışımı uzaktan yüzünü buruşturarak izliyordu. Kaldığım fırtınanın en kuvvetli safhasında tutunduğum dalın beni nasıl da silkelediğini izlerken gülüyordu. Ben olsam ben de gülerdim; zavallı bir kızı yürüdüğü taşlı yolda, önüne çıkan kurt tarafından cezbedilmişti ve şimdi kurt onu parçalarken verebileceği en büyük tepki kendine, kendi aptallığına olabilirdi.

Yüzüme derin derin bakmasından rahatsız olmuş gibi kıpırdandım. "Neden bakıyorsun?"

"Aslında senle gerçekten iyi arkadaş olabilirdik," diye mırıldandı ve cılız bir şekilde güldü. Çelimsiz bir yapısı vardı ama bu zayıf halinin temelinden, eskiden gelişmiş bir bedene sahip olduğu anlaşılıyordu. Diyalizin nasıl bir şey olduğuna net bir fikrim yoktu ama Savaş'ın enerjisini ve bedenini aceleyle sömüren bu hastalığın hafife alınmayacak bir şey olduğunu anlamak çok da güç değildi.

NEFESTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang