Ajanlardan biri ilk salvoda kafasından vurulmuştu. Dışarıdaki gözcünün de öldüğünden emindim. Evin içinde sadece iki ajan ve ben kalmıştım. Ajanlar kalın kütükleri siper alıp, camdan dışarıyı görmeye çalışıyorlardı.

Silah sesleri bir süre için durunca rahatladım. Saniyede 800m hızla üstüme gelen kurşunlar beni çok germişti. Ajanlar dışarıya bakıp geri çekildiler.

"Çok kalabalıklar, onlarla baş etmemiz mümkün değil."

"Mert Ssi'yi güvenli bir şekilde buradan çıkarmalıyız."

İki ajan aralarında tartışırken, kırık camların birinden içeriye bir nesne düştü. Göz yaşartıcı bomba olduğunu tahmin etmem için akan gözyaşlarımı fark etmem yetmişti. Tişörtümü yukarı sıyırıp ağzımı ve burnumu tıkamaya çalıştım.

Ajanlar benden daha iyi durumda değillerdi. Öksürük sesleri arasında kapının kırılma sesini duymuştum. İçeri giren kişilere açık hedef olmamak için yerde yuvarlanarak koltuğun arkasına geçtim.

Silahlarını ajanlara doğrultan saldırganlar, ateş etmeden önce bir şeyler yapmalıydım. İçeri girenlerin zihinlerine bizi göremeyeceklerini telkin ettim. Kısa bir süre etkili oldu, etraflarına şaşkın bir şekilde bakarlarken, ajanlar atik davranıp saldırganları vurdular.

Ortamda sadece ben olsaydım tayy-i mekan yaparak oradan uzaklaşırdım ama ajanları arkamda bırakamazdım. Zaman kazanmak için daha farklı bir şeyler yapmam gerekliydi. Saldırganların sayısını tam olarak bilemiyordum, içeri her an yeni birileri girebilirdi.

Dumandan gözlerim yaşarıyordu ve öksürüyordum. Ajanlar merkeze bilgi vermiş olmalılardı ama destek ekibinin, şehre uzak dağ başına gelmeleri çok uzun sürecekti.

Ne yapabileceğimi düşünürken, keşke Hacı Anne yanımda olsaydı diye aklımdan geçirdim. Ruhen bana yardım etmeye devam edeceğini biliyordum. Yaşlı kadını düşünmeye devam ederken birden kendimi yanında buldum.

O benim yanıma gelmemişti, ben onun yanına gitmiştim. Fakat bedenimi hissetmiyordum, ruhum veya bilincim oradaydı.

Meclis alanını görünce hemen tanımıştım. Hacı Anne nur yüzüyle karşımda dikiliyordu.

"Hacı Anne, ajanların hayatı tehlike de onları kurtarmam için bana fikir verin lütfen."

"Evladım, sakin ol. Allah'ın kazası başa gelecekse, tüm dünya bir araya gelse engelleyemezler."

"Yani onları kurtaramam mı? Bunu mu demek istiyorsunuz?"

"Ben takdirin ne olduğunu bilemem, sadece şunu söylüyorum. Eğer rabbimiz onların ecelini takdir ettiyse ne yaparsan yap kurtaramazsın, etmediyse tüm dünya bir araya gelse onlara bir şey yapamazlar."

Hacı Anne'nin söylediklerini anlıyordum ama mantığım bana ajanları kurtarmam için elimden geleni yapmamı söylüyordu.

"Ne olursa olsun onları kurtarmak istiyorum, benim için ölmelerine izin veremem."

"Peki evladım, senin kalbin temiz. Rabbim sana yardımcı olur inşallah. Sen elinden geleni yap gerisine tevekkül et. Fakat sonuçları düşündüğünden farklı olabilir."

Hacı Anne son sözünü söyledikten sonra kendimi tekrar güvenli evde buldum. Gerçi bu saldırıdan sonra hâlâ güvenli ev demek komik geliyordu.

Ajanlar bana bir garip bakıyorlardı, ne olduğunu soracak bir zaman değildi. Aklıma Cemile'nin hastanede yaptığı şey geldi. Ajanlarla aramda beş metre mesafe vardı. Aramızdaki koltuğu işaret edip bağırdım.

"Eğer bana güveniyorsanız hemen koltuğun üzerine yatın."

Ajanlar birbirlerine baktılar, Do Hyun'un onlara benim hakkımda ne söylediğini bilmiyordum. Fakat kurşun yağmuru altında bana güvenip koltuğa doğru atladıklarında, bir saniye bile düşünmeden koltukla birlikte adım atarak onları evden uzaklaştırdım.

Biz kaybolurken saldırganların eve giriş yaptığını görecek kadar sürem olmuştu. Kendimizi Seul'de bir kaldırımda bulduk. İnsanlar üzerinde iki kişinin yattığı koltuğun bir anda belirmesinden dolayı, şaşkınlıktan bağrışıyorlardı.

Gençler telefonlarını çıkarıp bizi çekmeye başladılar. Ajanlar koltuktan kalkıp etraflarına şaşkınlıkla baktılar. Çekim yapan gençleri fark edince beni aralarına alıp koşmaya başladılar.

Hızla bir taksi durdurup bindik. İki ajan yaşadıkları olay hakkında hiçbir yorum yapmıyorlardı. Fakat eğitimleri, yaşadıklarını kabullenmelerini sağlayamazdı. Bir açıklama yapma gereği hissettim.

"Merkeze gidince size gerekli açıklamayı yapacağım ama önce Do Hyun ile görüşmeliyim" dedim.

Ajanlar onayladıktan sonra hiçbirimiz merkeze kadar konuşmadık. İçeri girdiğimizde, Do Hyun'un bizi kapıda karşıladığını görünce içim rahatladı. Bu zor durumu onunla birlikte açıklamak benim için daha kolay olacaktı.

Dördümüz bir odaya girip kapıyı kapattık. Söze nasıl başlayacağımı bilemiyordum. Do Hyun'a olanları açıklarsam onun diğerlerini ikna edeceğini düşünüyordum.

"Oradan nasıl kurtulduğumuzu açıklasam iyi olacak" dedim.

"Gerek yok Mert" dedi. "Ne olduğunu gördüm."

"Gördüm de ne demek? Sen orada değildin."

Do Hyun önündeki laptopu açık bana çevirdi. "Sadece ben değil bütün dünya gördü" dedi.

YouTube'taki bir klipte, bir anda koltuğu iterek yoktan var olmuşçasına ortaya çıkışımızı izlemeye başladım. Olay olalı daha yirmi dakika olmamışken binden fazla izlenme olmuştu.

"Ünlü oldun Mert" dedi yarı şaka yarı ciddi. "Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?"

Günün sorusu bu olsa gerek, artık ifşa olmuştum ve ne yapacağımı bilmiyordum.

-DEVAM EDECEK-

Yayımlanma tarihi: 04.07.2015

Not: Bölümleri okuyup geçen arkadaşlara rica ediyorum. Bir oy vermeniz yazarın emeğine saygı duyduğunuzu gösterir. Gerçekten beğendiyseniz bir oy vermeniz yazarın motivasyonunu arttırır. Beğenmeyenler yorumlarla eleştirilerini dile getirirlerse, kendimi geliştirme şansın olur.

Soru 1: Mert'in tayy-ı mekan yapışının YouTube'ta yayınlanması, ne gibi sonuçlar doğuracak?

Soru 2: Hacı Anne direk yardım etmek yerine, neden Mert'e sadece öğüt vermekle yetindi?

Kelime Sayısı: 1157

Üçüncü Göz (SY)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora