Bölüm 10: Krallıktan Kaçış

5.5K 416 951
                                    

BÖLÜM 10

▪──── ⚔ ────▪

KRALLIKTAN KAÇIŞ

Ocreya'dan Miath'a olan yol çok ama çok uzundu. Ordu, günler boyunca seyahat etmelerine rağmen şehre yaklaştıklarını belli etmemişti. Atlıların bir kısmını keşif ve gözetleme için önden göndermiş, kalan ağır toplar ve atsız askerler ise sabırla peşlerinden ilerlemişti. Uzaktan gelen mücadele seslerinin hepsi şafak sökerken dindi. Kızıl Ordu tüm krallığı kana buladı. Güneşin sarı ışıklarının arasında gökyüzüne yükselen kalın dumanlar, harap olmuş şehrin küllerini terk ederek ürpertici manzarayı tamamlıyordu.

Şehrin ıssızlaşmış sokaklarında dolaşan sahipsiz köpekler, cansız bedenlerin ve ölü atların kalıntılarıyla oynuyorlardı. Miath ordusu çoktan kaçmıştı. Sözdekılıçlar da meydandan çekilmiş gibiydi. Duruma şaşırdığım pek söylenemezdi. Paralı askerlerin umutsuz durumlarda yaptığı tek şey karşı tarafa geçmek olurdu. Onlar için önemli olan paraydı. Sadakatin zerresinden bile yoksunlardı.

Yağmalanan virane şehirde kimse esir düşmemişti. Bunun sebebi Euria Vaseva'nın acımasız ve kesin emirleriydi. Vaseva, kıdemli biri olmadığı sürece savaş esiri almaya yanaşmıyordu. Bunu önceki zaferlerinden öğrenmiştik. Kraliçe için mağlup olan tarafın iki seçeneği vardı: Euria Vaseva için savaşmak ya da kaçınılmaz sonu kabul ederek ölmek.

Ona hizmet etmeyi reddeden birisinin nefes almasının anlamı yoktu.

Şafak sökmeye başladığında ve ihtişamlı saray yıkıldıktan sonra, nihayet kendimize bir çıkış yolu bulabilmiştik. Bilincimi yitirmiş olduğumu anlamıştım. Gözlerimi açtığımda midem bulanana kadar öksürmekten başka bir şey yapmamıştım. Zaiden, şaşırtıcı şekilde bilincini bir an bile yitirmemişti. Şöyle bir düşünüldüğünde, bayıldığım için memnundum. Üzerimize devasa bir saray yıkılırken o korkunç felaketi doğrudan tecrübe etmek istemezdim.

Enkaz yığınlarından çıkmayı başardığımızda, başlarımızın üzerinde Ocreya'nın simgesinin bulunduğu lacivert bayrağı sarayın, daha doğrusu artık bir harabeye dönüşen sarayın kalıntılarının üzerine örtüyorlardı. Binlerce Kızıl Ordu askerinin, sarayın girişinde dizildiğini gördük. Küçük ama etkili bir taarruz, birkaç sinsi suikastçı ve tek gecelik bir kuşatmanın ardından Miath Krallığı düşmüştü.

Buradan savaşarak çıkmamızın imkânsızdı. Atımız yoktu ve yürüyerek şehir sınırına ulaşmaya çalışmak düpedüz intihardı; bu süre zarfında defalarca üzerimizden geçeceklerine emindim.

Enkaz yığınının üzerinde çaresizce oturup kaldık. Etrafımızda tek bir canlı bile yoktu. Bizim dışımızda kimse, geçitleri kullanarak kendini dışarı atmayı başaramamıştı. Dane'in söylediği gibi, toprağın altı adeta bir labirentti ve bu labirentin toprak altında olması hayatta kalmamızı sağlamıştı. Ne yazık ki saraydaki onca insanın akıbeti aynı değildi.

''Mahvolduk,'' diye fısıldadım ve başım hafifçe Zaiden'ın göğsüne düştü. Kıpırdamadı. Hiçbir şey söylemedi. Ne kadar berbat bir durumda olduğumuzu o da biliyordu. Umutsuzluğu paylaşıyorduk.

Tam o sırada dumanların arasında biri belirdi. Bize ulaşabilmek için taşların üzerinde dengesini korumaya çalışıyor, hafifçe topallayarak ilerliyordu. ''Elçiler!'' diye haykırdı. Sesinde çaresizlik vardı. Sanki hayatta kalması bizi bulmasına bağlıydı.

Gözlerim hala tozdan net göremese de onu tanıdım. Bu saraya ilk geldiğimizde bizi karşılayan kişi, yani Wilson'dı. Saçları tozla kaplanmıştı. Işıltılı kıyafeti yırtılmış yaralarından sızan kanla leke içinde kalmıştı. Yüzü gözü de tıpkı elleri gibi kirliydi. Başının kenarından kan sızıyordu.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 26 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

İmparatorluğun Kılıcı (Wisteria 3)Where stories live. Discover now