19. CANHIRAŞ

Start bij het begin
                                    

“Yaklaşma.” sesim beklediğimden kısık ve çatallı çıktı.

O, durdu. Yaklaşmadı. Gözlerinde gerçek bir pişmanlık kırıntısı gördüğümde bile ruhsuzca baktım yüzüne. Kalbim kanıyordu, görüyor muydu?

Aşk karşındakinin kalbini görmek değil miydi? Görmekten öte yalnızca hissetmek değil miydi?

Bana aşık olduğu falan yoktu. O yalnızca egosunu tatmin ediyordu. Aşkta şiddet olmazdı, aşkta kaba kuvvet olmazdı. Aşk bu değildi.

“Korkma benden Elmas. Lütfen. Bak sana da yalvarırım.” önümde diz çöktü. “Özür dilerim. Pişmanım, çok pişmanım.” kafasını yere eğerken hıçkırdı.

Ben de çok hıçkırmıştım duymuş muydu?

Bu hâli umurumda bile değildi. Hastaneden çıkınca yapacağım ilk şey dava açmak olacaktı ama önce hastaneden çıkmam gerekiyordu.

“Kalk ayağa kıza psikolojik baskı yapma. İyileşsin sonra konuşursunuz.” Gülcan yaklaşıp omuzlarından tuttu, ayağa kaldırdı. “Çık evinize git şimdi. Yemek söyle dışarıdan ya da anneme söyle annemlere gidelim.” bana döndü. “Annemlere gitmek ister misin? Ya da bana?” tepki vermeden yüzüne bakarken o bana üzülerek baktı.

Ben de çok üzülmüştüm, görmüş müydü?

“Annemlere gidiyoruz. Sen ve Elmas bir süre aynı evde tek başınıza bulunmayın.” onu dışarı çıkarıp kapıyı kapattı ve bana yeniden döndü. “Kuzum konuşmayacak mısın? Tamam konuşma ama bir tepki verir misin en azından?” Düz bir şekilde suratına bakarken derin bir nefes aldı. “Olanlarıa hatırlıyor musun? Ya da geçmişini?”

Tepki vermemiştim ama o anlamıştı. Nasıl anlamıştı bilmiyordum ama gözlerindeki üzüntünün yanına çaresizlik eklendi.

Sadece bir saat sonra kendimi Agâh Bey’in evinde, salonda otururken bulmuştum. Her şey bana o kadar yabancı, o kadar uzaktı ki kendimi o andan silmek istedim. Buraya ait değildim, ben Elmas Arıcı’ydım.

Kurtulduğumu düşünmem bile büyük bir hataydı değil mi? Ben hiçbir zaman kurtulamayacaktım ve benim kaderimde bu vardı. Şiddet.

Altı harfi iki hecesi olan tek bir kelime bütün hayatımı mahvediyordu ve ben sadece izliyordum. Şiddete direniş, kıyameti getirirdi. Kıyamet ölümleri getirirdi, ben ölmeye mahkumdum.

Ben bir tutsaktım, şiddete tutsaktım. Ya ölecektim ya da öldüreceklerdi benin başka bir çıkış yolum yoktu.

Salonda dizlerimi kendime çekmiş kollarımı bacaklarıma sarmış bir şekilde televizyonda açık olan bir diziyi izliyordum. Kız ve erkek anlaşmalı bir evlilik yapmışlardı. Kız, hiçbir şeyi umursamadan adamın şirketi için çabalıyordu. Adama, insanları gerçeği söyle beni seni paranı yemekten başka bir şey yapmıyormuşum gibi davranıyorlar, diyordu. Adam da, haksız olduklarını söyleyebilir misin, diyordu.

Kırıcıydı. İnsanların bu kadar nankör olması, onlar için canlarını verebilecek insanlara bu şekilde davranmaları.

Omzuma dokunan parmaklar hissettiğimde yerimde sıçradım ve hızlıca ayağa kalkıp ellerimi yüzüme siper ettim. Kapattığımı fark etmediğim gözlerimi yavaşça aralarken gelenin Gülcan olduğunu gördüm. Rahat bir nefes alırken, “Sakin ol güzelim, sadece yemeğin hazır olduğunu söyleyecektim.” dedi.

Ellerimi yüzümden çekip üstümdeki siyah hırkanın ceplerine soktum. Gülcan yüzüme bakmaya devam ederken arkamı döndüm, yemek salonuna doğru ilerledim.

TUTSAK Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu