Sınavlar geldiğinden dolayı, doğum günü partimizden beri gezmek ile ilgili yaptığımız tek şey fakülteden eve geçmekti. Felix, ben sınavlarımı olurken özel olarak kiraladığımız kafeye yeni gelen eşyaları yerleştirmekle, dükkanı düzenlemekle uğraşıyordu. Bu sırada ufak çaplı bir geçim sıkıntısı da baş göstermeye başlamıştı. Yemeğimizden olabildiğince kısıp malzeme parası, kira parası, eşyaların parasını falan ödüyorduk. Beş gündür karnımıza hazır ramenden başka bir şey girmemişti hatta.
Şimdi, sınavım için çalışırken çalan telefonumla dikkatim dağılmıştı. Tekerlekli sandalyeyi geri ve ileri sürükleyip kalkmadan komidindeki telefona yol almıştım. Arayan kişinin Minho olduğunu görünce, endişeyle telefonu açtım. Bu gün cumartesiydi ve ben bir haftadır onu görmüyor, sesini duymuyordum hatta mesajlaşamıyorduk bile. Doğum günümün olduğu haftanın cumartesi gününde de her zamanki gibi onun evinde oturmuştuk. Ancak bu sefer vizeler geldiği için çok fazla kalamamış, yanlızca kahvemi içip kalkmıştım. O gün için ayrıca bir burukluk da vardı içimde.
Ve de, bu günü de sayarsak bu yedinci randevumuz olacaktı.
"Alo?"
"Ne yapıyorsun? Ders mi?"
Başımı salladım önce ancak göremeyeceğini hatırlayınca hareketimi söze geçirdim. "Evet, ders çalışıyorum. Sen de mi?" Yorgundum, gece neredeyse hiç uyuyamadığım için oldukça yorgundum. "Ben de öyle. Sesin çok yorgun geliyor. Hiç uyumadın mı?" Hemen anlamasına şaşırsam da bozmadım. "Pek sayılmaz yani..." Minho, hemen ardından azarlar bir ses tonunda söylenmeye başlamıştı. "Neden uyumuyorsun ki? Sen iyi olmadıkça ne önemi var sınavların Hannie?"
Hannie, lakap olarak bana daha önce takılmış bir şey değildi -en azından hatırladığım kadarıyla- ancak oldukça hoşuma gitmişti. "Diyene bak, sen sanki benden farklısın." Minho, biraz düşündükten sonra güldü. Bu onu ele vermişti işte. "Yok canım, ne alakası var?"
"Aynen, aynen. Neyse, şey... bu gün cumartesi?"
"Evet, gelecek misin? Ya da evde kalıp çalışmak istersen-"
"Çalış, çalış nereye kadar? Adam olana çok bile." Hemen ayaklandım. Bu sırada Minho'nun güldüğünü işitmiştim. Görmemiş olsam bile, sadece gülüşü benim gülmeme de yetmişti. "Oh, yarım saat kalmış. Kahveleri hazırlasan iyi olur ev sahibi!" Telefonu yüzüne kapattığım sırada giyinme dolabının önünde, ne saçmaladığımı sorguluyordum. Kendi şapşallığıma güldükten sonra hemen hazırlanmaya başlamıştım. Giyinip, süslenip hazırlandıktan sonra anahtar sesiyle Felix'in eve geldiğini anlamıştım. Hemen kapıya koştum. "Heyo Lixie~" o, benim yorgunluktan kırılıyor olmamı bekliyordu büyük ihtimal ki kapının önünde, şaşkınlıkla bir sağa bir sola koşuşturmamı izliyordu. Ona odaklanamayacak kadar mutlu ve enerji doluydum şimdi. "Hiç bakma bana öyle, Minho'ya gidiyorum." Kafasını yavaş yavaş aşağı yukarı sallamıştı. Ben de onu es geçerek, evden koşarcasına çıkıp arabama atladım. Evet, belki deminden beri uyumak için yer arıyordum fakat Minho'ya gidecektim, bende yorgunluk mu kalırdı?
Eve vardım, arabadan indim ve kapıya geldim. Telefonun ön kamerasını açıp, kendime biraz çeki düzen verdikten sonra zile bastım. Terliklerin evin zemininde çıkardığı ses, kulağıma geliyordu.
Kapı açıldı. Arkasında duran Minho, gözleri ışıldayarak bana bakıyordu. "Hoş geldin." Dedi neşeli tutmaya çalıştığı sesiyle. O da yorgun görünüyordu, göz altları biraz şişmişti ve yüzü solgundu. Yine de bana hiçbirisini belli etmiyor, karşımda gayet dinlenmiş ve iyi gözükmeye çalışıyordu. "Hoşbuldum." Dedim ona karşılık vererek. Tüylü, tozpembe renkteki ev terliklerimi çıkarıp ayağımın önüne koydu. Onları giydikten sonra arkasından ilerledim, birlikte salona girdik. Salona girdiğimde, orta sehpanın üzerinde duran bir sürü ders kitabını, kağıtları ve her yere dağılmış silgi çöplerini görmüştüm. Aynı benim odam gibiydi.
YOU ARE READING
A Cup Of Coffe // Minsung
Fanfiction"Bir fincan kahve yanlızca evime özel, evimdeki o sandalyelere özel. Sadece orada içeceğiz kahveyi. Yanlızca cumartesileri."
