☕twelve☕

20 2 2
                                        

"Hoşgeldin!"

Yine aynı ev, aynı terlikler... aynı balkon, aynı kahveler... aynı dediğime bakmayın, hiç şikayetçi değilim.

"Hoşbuldum."

Ben salona ilerlerken o her zamanki gibi mutfağa, kahvelerimizi almaya yönelmişti. Bu sefer kedilerini yukarıya kapatmamış, istedikleri yerlerde dolanmalarına izin vermişti. Krem rengi salon koltuğunda oyuncağıyla oynayan Soonie'yi, birbirlerine yaslanarak tembellik yapan Doongie ve Dori'yi sevdim güzelce. Köpek insanıydım ben ama kediler de çok tatlıydı.

Ahh, Bbama'yı özledim.

"Balkona geçmiyor muyuz?" dedi elindeki kahve tepsisiyle. O zaman Sonnie ile oynarken ne kadar zamanın gdçtiğini anlamıştım. Hemen kalkıp, üstümü silkeleyip önden balkona gittim. Bahçedeki çiçekler değişmişti, kırmızı begonyalar yaseminlere eşlik ediyorlardı.

"Begonyalar için gecikmişsin sanki," dedim bahçeye bakarak. Onayladı beni.

"Bu yıl öyle oldu, annem vermedi bir türlü begonyalarını. Çok narinlermiş, kıyamıyormuş." Begonyalar nisanda çiçeklenmeye başlardı ancak biz ağustos ayındaydık.

"Ama güzel duruyor."

"Şakayık da ekmek isterdim aslında ama, seneyeye kaldı."

Başımla onayladım. Bu sefer direkt masaya oturmak yerine, çiçekleri incelemeye karar vermiştim. "Yakından bakabilir miyim?"

"Tabii, keyfine bak."

Balkonun beton zemininden sonra çim kısım başlıyordu, geniş bir çimen arazi vardı ve bahçe duvarlarına yarım metre kadar kala çiçekler başlıyordu. Bembeyaz açmış Yasemin çiçeklerinden bir tanesini kokladım eğilerek. Yapraklarını sevdim, okşadım. "Burası çok huzur veriyor."

"Öyle, burda çiçeklere dönük bir şekilde kitap okumak favori aktivitelerimdendir."

Arkamdan gelen Minho, çöktüğüm yerin yanında ayakta durdu, çiçekleri izliyordu.

"Yasemin çiçeği zariftir, narindir. Saflık, güzellik ve zarafetle ilişkilendirilir." Dedim bilgi vermek isterceine. Beni devam ettirdi. "Antik Yunan mitolojisinde ölülerin ruhlarını çeken ve ölülerin mekanı olan Hades'in kraliçesi Persephone'un sembolü olarak kabul edilir."

"Bir çiçek hem zariflik, hem de ölümle nasıl ilişkilendirilebilir?" Bu sırada ona doğu döndürdüm başımı, sandığımın aksine çiçekleri değil, beni izliyordu.

"Ölümün kraliçesi, zarif, narin... ölüm aslında çok narin bir şeydir."

"Nasıl yani?" Ayağa kalktım.

"Düşünsene, her gün binlerce insan doğup ölüyor. Ne zaman geleceği belli değil. Bir gündüz, bir gece, bir gündüz ve bir gece... günler geçiyor ve ölüm insana daha da yaklaşıyor. Her an gelebilir, ansızın..."

"Bu korkunç."

"Evet, bu yüzden insanlar ölümden korkar. Ama bence, ölüm çok hassas bir konu. Hayatın belki de bir pamuk ipliğine bağlı, ve bunu bilmiyorsun. Sinsice yanına yaklaşıyor ecelin. Zarif ölümler vardır, arkasında kalan insanlara büyük etki bırakır."

Cümlelerinin derinliği karşısında nutkum tutulmuştu. Arkasında kalan insanlarda derin etki bırakan ölüm, hiç şüphesiz Ho-in'di onun için.

"Madem öleceğiz peki neden yaşıyoruz, Minho?"

İç çekti. Acaba Ho-in'den sonra ölmek istemiş miydi? Sonuçta o zamanlar ergenliğinin dibini yaşıyordu. "Bu konu fazlaca derin, hakkında da hiç ďüşünmedim. Ben sadece yaşayıp insanlığa, neslimize fayda sağlama görevlerini üstlenerek önemli bir insan olarak hayata veda etmeyi istiyorum."

A Cup Of Coffe // MinsungWhere stories live. Discover now