Onun ölümünü kaldırmaya çalışıyordu. O benim kadar hazır değildi ölmesine.
Zalim de, Cüneyt de...

"Sen de gittin." Buradayım dercesine sarıldı, konuşmadı ama ben anladım.

"Bir daha gitme," başımı kaldırıp gözlerine baktım. Benim sesimdeki çaresizlik onun gözlerine bulaşmıştı. "Gideceksin ama, değil mi?" Yapma dercesine baktı, bu bakışı yüzünden başımı onun boynuna gömdüm.

"Baba, ben seni çok özlüyorum. Ne olur gitme!" Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlarken konuşmasını, beni teselli etmesini istedim. Ama o ne konuştu ne de teselli etti. Sadece sarıldı. Bununla yetinmeye çalıştım çünkü bu andan başka bana sarılacak kimse yoktu.

Zalim, geri zalimliğine döndüğünde gidecekti ve tamamen yalnız kalacaktım.

Saçlarımı aralıklarla öpüyor ve okşuyordu. Ben de o sırada "Gitme, n'olur, gitme..." diye sayıklamayla karşılık veriyordum şefkatine.

Beni omuzlarımdan tutup çektiğinde şimdi yaşlı gözlerim onun bir tanesi kör olan gözlerine bakıyordu. Son kez yanaklarımdan öpüp ayağa kalktığında daha fazla ağladım. İçim dışıma çıkacak gibi ağladım.

O da gidiyordu. Hem de gitme dememin üzerinden birkaç dakika geçmesine rağmen.

Bu sefer gitme demedim.

"Tekrar gel." diye fısıldadım ona doğru. Mimiksiz yüzünde bir tebessüm oluştu. Başını hafifçe aşağıya eğerek kendince vedalaştı ve tekrar geleceğini söyledi. Gözlerimi kapatıp açtım ben de. Gizli dilimizi konuştuk onunla.

Ona el sallamadım. Onunla vedalaşmadım. Onu uğurlamadım. Sadece o giderken ardından baktım ve sessizce göz yaşı dökmeye devam ettim.

Gelişi gibi sessizce giderken elini kolunu sallaya sallaya kapıdan çıkabilmişti.

Buna şaşırmadım. O isterse herkesi dize getirirdi.

Birkaç dakika daha sessizce göz yaşı döktüm arkasından. Ardından içeriye endişeyle giren Nazlı Hanım yüzünden gözlerimdeki ıslaklığı silmek zorunda kaldım.

"Peyda, müsait misin?" Naif sesiyle konuşması içimdeki tüm kötü duyguları yerle yeksan edecek sandım bir an. Fakat öyle olmadı. Hâlâ ona karşı duran kırgınlığım geçmemişti.

Kızgınlık geçerdi, üzgünlük geçerdi, mutluluk geçerdi, umut bile geçerdi fakat kırgınlık, özellikle de hayal kırıklığı geçmezdi. Kalbe atılan sayısız darbe bile hayal kırıklığını geçemezdi.

Yarım ağız "Müsaitim," diye mırıldandım. Aslında hiç gelmemesini ve yorganın altına girip saatlerce ağlamayı tercih ediyordum.
"Hoş geldiniz." Sanki burası benim evimmiş o da misafirimmiş gibi konuşmuştum çünkü burada yalnız geçirdiğim bir iki saat bile o kadar uzun gelmişti ki bana...

"Hasta olmuşsun, üşüttün sanırım. Buraya geldiğinden haberim yoktu, öğrendiğim an geldim zaten." Üzerimi kontrol etti, baştan aşağıya süzdü beni durumumu ölçüyordu sanki.

"İyisin değil mi?" Şişmiş gözlerim mi belirtmişti ağladığımı acaba, çünkü bunu gözlerime derin derin bakarak söylemişti.

"İyiyim." Tek kelimelik yalan, herkes söylerdi.

"Nasıl hastalanmışsın, balkona mı çıktın yoksa? Boğaz havası çarpmıştır." Bana çarpan boğaz havası değil de kırılan ümitlerimin, hayallerimin parçalarıydı.

Ona ters bir tepki göstermedim. Ona bir şey de demedim ama o bir şeyler olduğunu anladı. Acaba anneler gerçekten de hisseder miydi?

"Peyda, dünkü olay yüzünden ben çok özür dilerim. Sana bir şeyler anlatmadan oraya çekmemeliydim ama hayatımız tehlikedeydi, lütfen beni anla." Tek sorunun bu olduğunu mu sanıyordu bu kadın? Devamında yaşadıklarımızı görmezden mi geliyordu?

"Sizce tek sıkıntımız bu mu, Nazlı Hanım. Sizce başka bir sıkıntımız daha yok mu?" dedim bariz bir sitemle. Bakışlarını kaçırdı. Bilmemezlikten geldi, duymak istemedi belki de.

Ben de sustum, ona istediğini verdim. O benim susmamı istiyorsa susardım. Ama bir daha konuşmamı isterse, işte bu zor olurdu. Çünkü benim için konuşmak susmaktan daha zordu. Beni istersen susturabilirdin, aynı şu anda olduğu gibi fakat istersen de konuşturamazdın ben sustuktan sonra.

"Peyda, ben hallettim o meseleyi." Uzun süreliği sessizliği bölen konuşmasına sadece kafamı sallayarak cevap verdim. Ona istediği sessizliği, suskunluğu veriyordum. Bir kere de onların istediği evlat oluyordum.

Herkes ama herkes kendine göre şekillendiriyordu beni. Buna tanıdığım herkes dahildi. Ben de onlar nasıl istiyorsa öyle oluyordum. Su gibi, kaptan kaba şekil alıyordum.

"Serumun bitmiş sanırım, ben doktoru çağırayım da çıkarsın." Bu söylediklerine de kafamı salladım sadece. Sessizlik oyunundaydım sanki.

Bizim sessizliğimizi bölen şey doktorun gelmesi oldu bu sefer de. Serumumu çıkardığında Nazlı Hanım ile bir iki şey konuşmuşlardı kapının önünde ardından çıkış işlemlerim başlamıştı ve ben sonunda boğucu hastane odasından kurtulabilmiştim.

Eve geldiğimizde ise beni direk olarak odama yerleştirmişlerdi ve ben de hâlâ devam eden halsizliğimle onlara karşı çıkmamıştım.

Ve ardından hem günün hem de hastanenin verdiği yorgunlukla uyumamış resmen yatağa bayılmıştım.

Beni derin uykumdan uyandıran şey adımın biri tarafından ısrarla söylenmesiydi.

"Peyda, Peyda, Peyda..."

Gözlerimi yarım yamalak açtığımda bana seslenen kişiyi zar zor görmüştüm. Cihan Bey'di. Şaşırmıştım. Fakat beni asıl şaşırtan şey bu değildi.

Cihan Bey, elinde tuttuğu çikolata paketi ve çiçek buketiyle karşımda duruyordu.

🎀
Peyda 14. Bölümün sonu.

Bölümü beğendiniz mi?

Bölümün geç gelmesinin sebebi benim attığını sanmam.
Diğer bölüme gelen bir yorum sayesinde fark ettim slsldkkd

⭐ Yıldızı parlatmayı, düşüncelerinizi paylaşmayı ve bölümlerden haberdar olmak için everybodylies39 beni takip etmeyi unutmayın lütfen:)

Bir sonraki bölümde görüşürüz <3

Hayırlı Ramazanlar 🤍

PeydaWhere stories live. Discover now