9.Bölüm: Kızıl Yıldız

Začít od začátku
                                    

Korkunun, sağanak yağmur gibi içine
işlediği, rüzgâr gibi üşüttüğü ve hemen yatağın yanında yanan soba gibi terlettiği anda hastaneyi gördü kızcağız. O sırada arkadaşı daha nefes alamaz, kesik kesik nefeslerini kendine yettirmeye çalışan bir haldeydi. Arada sırada attığı ve akıl hastanesinde yatan bir hastayı andıran acı çığlıkları, Xio Ting'in içine işliyor, bilinç altına yerleşiyor ve kafasının içinde
yankılanıyordu.

Xio Ting daha önce hiç olmadığı kadar hızlanarak koşmaya başladı. Gözyaşları hızına dayanamayıp yanaklarından havaya doğru savruluyordu. Arkadaşı, kollarında bayılmamak veya ölmemek için direniyor, adeta bir balık gibi çırpınıyordu. Hikaru nefes almaya çalışırken Xio Ting de hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış ve gücünü kaybetmişti, tam hastanenin önün geldiklerinde Xio dayanamadı ve düştü. Düşmesiyle biricik arkadaşı da düştü ve çırpınmaları, acı dolu çığlıkları ve ağlama sesleri kesilmişti. Xio Ting korkuyla delirmiş gibi çığlık atmaya, boğazını yırtarcasına yardım istemeye başladı. Sürüne sürüne hastanenin kapısına gitti ve acilde olan doktorlara durumu söyledi fakat öylesine yorulmuştu ki, zavallı kız oracıkta bayıldı.

Hikaru'yu ise onu yolun ortasında, hastanenin önlerinde bulan bir adam acile getirmişti ve o da kurtulmuştu. İki kızı da aldılar ve ikisi de kurtuldu.

Bu olaydan sonra Xio Ting uyandığında hemen doktorlara olanları anlattı. Hikaru'nun yanına gittiğinde ise Hikaru yeni uyanıyordu, Hikaru hemen ona sarıldı. Hikaru titreyen sesiyle biricik arkadaşına teşekkürler ediyordu ve şunu söyledi.

"Söz veriyorum Kızıl Yıldız, seni hiçbir zaman bırakmayacağım. Her sıkıştığında kurtaracağım seni, borcum olsun."

Yine de Hikaru ile Xio Ting o zaman küçüktü ve maalesef ailelerinin himayeleri altındaydılar. Kısa zaman sonra Hikaru'nun ailesi, kızları burada fazla ırkçılık gördüğü için Japonya'ya dönmeye karar verdi. En yakın zamanda Xio Ting de ailesiyle Tayvan'a dönmek zorunda kaldı.

*****

Anılar teker teker Hikaru'nun gözünün önünde canlanıp hayatı bir saniyelik bir film sahnesi gibi gözünün önünde geçtiğinde geriye doğru koştu. Xio Ting'i kucağına aldı, her ne kadar ağır gelse de onun için sorun değildi ve hiçbir zaman sorun olmazdı.

Hızla çantayı ve kızların cesetlerini arkasında bırakarak koşmaya başladı. Nefesi kesiliyor ve terliyordu, kovayla üstlerine dökülürcesine yağmur yağdığı için çoktan denize atlamış gibi ıslanmışlardı. Kenarda olan bir telefon gördü Hikaru -tam da aradığı şeydi bu- koşarak yanına gitti ve Xio Ting'i yere bırakarak ambulansı aradı, labirentin yerini tarif edip telefonu kapattı. Oraya birilerinin gideceğini biliyordu. Daha sonra aceleyle, titreyen ellerini zorlayarak ve kasılan bacaklarını daha da sıkarak Xio Ting'i alıp koşmaya başladı.

Hayatında hiç bu kadar çok koştuğunu düşünmüyordu. O kadar çok koşmuştu ki, yarın ki voleybol maçına katılmayı bırak, bir ay sakatlık bile geçirebilirdi. Tam da öyle oldu, hastaneye yaklaşmışken ayağı ters döndü ve kızcağız elinde yaralı arkadaşı ile birlikte yere kapaklandı.

Ağlamaya başlayan Hikaru pes etmedi, bacakları kasıldıkça kasılıyordu, zaten morarmış olan ayak bileği sızlıyor ve kızcağız yerde acıdan kıvranıyordu ama kendini zorlayarak kalktı ve Xio Ting'i tekrar kucağına aldı. Burkulan ayağının üzerine sertçe basarak, bacaklarını hiç olmadığı gibi zorlayarak, kollarını kasarak koşmaya başladı. Hastaneye yaklaşmıştı, gerçi Xio'yu oraya bırakıp karakola koşacaktı.

Hastaneye yaklaştığında korkunç bir çığlık atarak acilin önüne arkadaşını bıraktı. Hemen yanda yere düşmüş, yarı bir su şişesi gördü. O kadar susamıştı ki, şişenin ağzını silip bitirdi, tekrar yere attı ve son gücüyle karakola koşmaya başladı.

Karakol, hastaneden çok uzak değildi ve en iyisi de buydu. Artık yere o kadar dert basıyor, o kadar hızlı koşuyordu ki; adım sesleri zifiri karanlık sokaklarda yankılanıyor, sokak lambalarını titretiyordu. Dayanmaya çalıştı Hikaru, zaman kaybetmemeliydi, her şeyi anlatması gerekti. Acıdan inlerken sokakları çınlatıyor, bazı insanları pencerelerinden baktırıyordu. Kan ter içerisinde kalması gerekti ama öyle bir yağmur vardı ki, sırılsıklam olmuştu. En küçük saç tanesinden tut, en sevdiği şortunun iplerine kadar tamamen ıslanmıştı.

Gözyaşları, yağmura karışıyor ve kızın yüzünü ıslatan daha büyük damlalara karışıyordu. Gözyaşlarından geriye bir tek kan kalıyordu fakat cildinde kuruyan kanlar bile yağmur ile birlikte çıkmıştı, resmen yıkanmıştı Hikaru. Belki de yağmur, o iğrenç oyundan kalan izleri silmeye çalışıyordu ve haklıydı da. Yağsın, diye geçirdi içinden Hikaru. Ağlayamadığım her an için yağsın.

O an bir şimşek çaktı, Hikaru bunun Tanrı tarafından gönderilen bir mesaj olduğuna inandı. Koşmaya devam ederken, bu şimşekle beraber güç topladı ve daha da hızlı koşmaya, adımlarını büyütmeye başladı. Bacakları acı çekse de artık umurumda değildi, tüm vahşeti anlatmadan asla ölemezdi. Gerçi öleceğini düşünmüyordu, sadece bayılırdı ama bunu da umursadığı yoktu.

Sonunda karakola yetiştiğinde yardım çığlıkları atmaya başladı ve yere düştü. Yine de sürüne sürüne, yerde olan pis sular ile de ıslanmayı önemsemeden kapıya gitmeye başladı. Bir deli gibi olan korkunç çığlıkları, tüm karakolu ayağa kaldırdı. Kızcağızı gören her polis şok oluyordu.

"Neredeydiniz ulan?" diye bağırdı Hikaru. "Vahşet olurken..." dedi ve kesik bir nefes aldı ve devam etti. "neredeydiniz? Tüm gün karakolda oturup kahve mi içtiniz?"

"Ne oluyor, ne vahşeti? Bu halin ne, kimsin sen?" diye sorularını ardı ardına sıraladı polisin bir tanesi. Dehşete düşmüş bir şekilde bakıyordu ona. Hikaru zor aldığı nefeslerle konuşmaya başladı.

"Sabah, Hayal Labirenti denen yere götürüldük, sınıfın 'akıllı' kızları olduğumuz için. Gerçi biz öyle sanıyorduk, lanet olası piç kurusu öğretmenimiz, bizi orada ölüme terk etti! Bir dış ses, bize ölümcül bir oyun oynattı! Ambulans çağırdım, yakında size de ihbar gelecek, labirentte olan cinayetler diye!" diye bağırdı. Daha fazlasını anlatması için nefesinin yetmesi gerekirdi.

"Neyden bahsediyorsun? Ne labirenti, ne oyunu, ne ölümü? Delirdin mi?"

"Tabii ya, ben kendimi kanladım, kendimi keyfimden ıslattım, burada sürüne sürüne size geldim deli deli şeyler anlatıyorum. Gidip baksanıza ulan, gidip baksanıza! Ne duruyorsunuz? Tüm arkadaşlarım öldü! Ne şakası yapacağım size, sizce tek derdim şaka olsaydı böyle yapar mıydım? Şaka yapacak bir geri zekâlı bu kadar iyi rol yapabilir mi?"

Hikaru, o kadar çıkıştıktan sonra bir grup polis aceleyle arabaya bindi ve hızla gözden kayboldu. Hikaru orada bayıldığında, herkes telaşlandı ve ambulansı aradılar. Hikaru'nun ağzından çıkan tek cümle ise, "Kızıl Yıldız'a olan dostluk borcumu ödedim ben..." oldu.











Nasıldı? Beğendiniz mi?

Sizce Xio Ting yaşar mı?

Sizce Mashiro'nun yaşama şansı var mı?

O kadar aradan sonra gelen bölümü sevdiniz mi? Sizce nasıldı, geçmişi okurken nasıl hissettiniz?

Demek ki bazı kızlar birbirleriyle önceden arkadaşlarmış fakat birbirlerini son anda hatırladılar. Sizce hepsi arkadaş mıydı yoksa bir kısmı mı?

Hadi iyi geceler, bir dahaki bölümde görüşmek üzeree💎🫀

(1340 Kelime)

EBE SENSİNKde žijí příběhy. Začni objevovat