6- Glory

22 5 0
                                    

             Keyifli okumalar.

       *******

   Zindanda geçirdiğim ikinci gecenin ardından tam anlamıyla buranın karanlığına ve sessizliğine alışmıştım. Aslında zaten alışıktım. Kadim Ormanda günışığı fazla göstermezdi kendini. Üzerine sinmiş sisler nadiren açıldığında görme fırsatımız olurdu. O da ağaçların gölgelemesiyle fazla tat vermezdi. Sessizlik ise doğuşumdan beri en sevdiğim şeylerden biriydi. Hoşlanmazdım gürültüden. Dostlarımın da aynı huyda olmasıydı belki de onları en yakınım yapan. Emin değildim. Ama sessizliğin insanı kendisiyle baş başa bırakmasının önemli olduğunu biliyordum. Ve bazı insanların kendine hesap vermekten korktuğu için sessizliği ürkünç yansıttığını düşünüyordum. 

   Benim kaçış yolumdu sessizlik.

   Başkalarının kötü ve yalan sözlerinden sığındığım limandı.

   Zindana inen taş merdivenlerden gelen ayak seslerine yakından gelene tepki vermeden bekledim. Görebileceğim yere gelip sesler kesilince gözlerimi hareketlendirdim sadece. Ardında olduğum parmaklığın yanındaki asker ve komutan Owen'ı görebildim. Anahtarların şangırtısı ve demir kapıların açılırken çıkardığı gıcık sesten sonra komutanın tok sesi duyuldu. 

   "Çıkıyorsunuz." Kafamı duvardan ayırıp harelerimi komutana diktim. Ilgar ayakta, Evran ise bulunduğum zindanın önünde durduğundan olsa gerek onun da bakışları hareket etmeyen bendeydi. "Keyfinizi de bozacağız ama kusura bakmazsınız artık."

   Bakışlarımı bozmadan aniden ayağa kalkıp kapının önüne geldim. Muhtemelen harap olan halime aldırmadım. Her koşulda söyleyeceğimi esirgemezdim. "Keyfimizi iki gece önce bozdunuz komutan Owen. Şimdiki onun yanında hiç." 

   Boğazını temizleyerek bakışma savaşını bozdu kahin. İki adımla bana yaklaşıp sözü ele aldı. "Bu nasıl oldu?"

   Bakışları yavaşça şifacı bildiği adama döndü. Acaba savaşta da böyle uyuşuk muydu bu? Eğer öyleyse işimiz kolaydı. "Yaralı askerimiz uyandı. Yeğeniniz tutuklanırken bilinci yerindeymiş. Uyanır uyanmaz gerçekleri anlattı."

   "Gidebiliriz yani?"

   "Tabii."

   Biz daha hareketlenmeden zindandan ne zaman çıktığını anlamadığım Ilgar yanımızdan rüzgar gibi geçti. Merdivenleri sessiz ama hızla çıkarken komutan ile Evran'ın arasından geçip ardından ilerledim. Peş peşe odaya kadar kimseye bakmadan yürüdük. Yanından geçtiklerimizin tuhaf bakışlarına rast gelsem de ifademi bozmadan siniri dağları aşan kuzenimi takip ettim. Sanki inadına bizden uzaklaşıyormuş gibi gelen odaya nihayet ulaştığımızda Ilgar'ın ilk işi oturma yerinde bulunan masayı devirmek oldu. İkinci olarak koltuklara uzandığında elini sıkıca kavrayıp önüne geçtim.

   "Sakın! Elimi sürmem, sana toplatırım hepsini. Sinirini başka zaman başkalarının üzerinde kullan."

   Bir ton daha koyulaşan elalarına aynı kararlılıkla baktım. Bıraksam tüm odayı yıkardı. Ve bu sesleri elbet duyan olurdu. Kimseye sesimizi duyurmaya gerek yoktu. Kimseye kendimizi belli etmeye gerek yoktu. "Ya o adam uyanmasaydı?"

   "Halkımız uğruna çabalarken ölmüş olacaktık."

   Kapının yavaşça açılmasıyla gözlerim oraya kaydı. Kahin sakinlikle odaya girip yanımıza ilerlerken elimi Ilgar'dan çekip arkamdaki koltuğa oturdum. Sinirini yatıştırmayı başaran kuzenimde tekli koltuğa kendini atarken Evran devrik masayı kısaca süzdü. Ardından harelerini bizde dolaştırdı. "Hazırlanın. Kral akşama bizi çağırmış."

Büyücüler ÇağıWhere stories live. Discover now