LXVII- "yok olan canavarlar ve son yükler"

Start from the beginning
                                    

Yüzünde devlet ciddiyetiyle yüzüme bakmayı sürdürdü. Ne beni görüyordu ne de söylediğim ihtimali hayal ediyordu. Halbuki onu kandırmak için elimden geleni yapmıştım. Somut şekiller önüne sunmuş, temas etmiş ve göz bağı kurmuştum. Başarmaya yaklaşmamıştım ama.

"Efsun." dedi kafasının içindeki gürültüden fırsat bulmuşken. "Hadi toparlan gidelim."

"Nereye?"

Parmaklarını parmaklarıma geçirdi ve beni önünde yürüte yürüte indiğim merdivenleri çıkarmaya başladı. Çıktığım odaya girdiğimizde kapımızı kapattı ve dur durak bilmeden dağılmış eşyalarımı toplamaya başladı. Kapının girişinde onu izlemeye başladım. Öylesine hızlı ve karmakarışık hareket ediyordu ki saniyeler içinde toplayacağı yerleri daha uzun sürede topluyordu. Hareketlerinde telaş vardı.

Bir canavardan kaçmaya çalışıyor, bir canavara yakalanmamak istiyordu adeta.

Canavar.

Gözümü kapattım. Benim de uzun süre çatıştığım bir canavar vardı. Gözümün önüne sivri dişleri, siyah gözleri, uzun pençeleri gelecek mi diye birkaç saniye bekledim. Boşluktu. Hiçbir şey gelmedi. Ben o canavardan kurtulalı bir hayli zaman olmuştu. Şükürler olsun ki kurtulmuştum yoksa rahmimin içine alışmaya çalışan, tüm vücudumun o rahat etsin diye el birliğiyle çalıştığı yaban mersinini nasıl korurdum, korkmasını nasıl engellerdim bilmiyordum. Yapamazdım da zaten. Biliyordum, ben canavarlarla savaşabilecek biri değildim. Onlardan kurtulabilirdim ama.

Gözlerimi açtığımda ortalıkta toplanan Fetih'e baktım ve içimden soluğumu daraltacak bir keder aktı. Fetih o canavardan kurtulamamıştı. Hâlâ. Kaçmaya çalışıyordu. Vücudum tek bir kişiye odaklandığından beri benim her işimi aceleye getirmeye başlamıştı. Duygularımın bu kadar hızlı oluşmasının sebebi buydu. Fetih'in bir canavarla yaşadığı gerçeği beni öylesine yerle bir etti ki sonraki soruda sesim titriyordu.

"Niye gidiyoruz ki?"

"Ben sana anlatacağım. Hadi gel çıkalım." dedi canavardan kaçarken. Beni dünya üzerindeki tüm kötülüklerden koruyacağına inanıyordu. Tek bir kişi hariç. Bana göre ondan da korurdu ama o da sanırım benim gibi canavarlarla savaşacak biri değildi. Hâlâ içinde bir canavarla yaşıyor olması hıçkıra hıçkıra ağlatacaktı beni ama boyunu aşan bir güç beni gülümsetti. Kapı önünde karşımda dikilirken ve çıkmamı beklerken elimi kaldırdım ve sakallarına dokundum.

Bir canavarla yaşamak çok zordu, neden onu azad etmiyordu?

"Fetih nereye kadar zorlayacaksın?" diye sordum açıkça. Buruk tebessümüme baktı ve yüzündeki ifadeden ödün vermemeyi sürdürdü. Nasıl sinir ediyordu beni bu huyu. Kafasından içinden sıyrılıp bana kapılmıyordu ya bazen nasıl sinirlendiriyordu beni...

"Efsun çıkalım öyle konuşalım, hadi." dedi ve elimi tuttu. Konuşmayacağımızı biliyorduk. Şimdiye kadar bir kez bile konuşmamıştık, şimdide konuşmayacaktık. Elini sıktım ama odadan çıkmadım. Benim bu tavrım başına ağrı sokmuş gibi yüzü ekşidi, başını iki yana salladı. "Hadi güzel karım." dedi. Beni zayıf noktamdan vurmak istemiyordu sadece çırpınıyordu. Hatta ve hatta yalvarıyordu. "Hadi sevgilim."

Canavarlar dünyanın en iyi babalarını da korkutabilirlerdi. Hayır hayır... Dünyanın en iyi babaları asıl canavarlardan korkarlardı. Koruması gereken kişi sayısı birden ikiye yükselirdi de o yüzden.

"Sence de çok iyi kaçmadık mı? Neredeyse iki yılı geçti..." dedim açıkça. Ben konuştukça başındaki ağrı artıyor, artık bakışlarını da benden kaçırıyor, sadece buradan beni de alıp çıkmak istiyordu. Koruyamamaktan korktuğu kişi sayısı iki olmuştu. Çılgına dönecekti adeta.

SERÇEYİ ÖLDÜRMEKWhere stories live. Discover now