13❅

10 1 0
                                    


Bir terzi, parmaklarına defalarca iğne batmasına, canını yakmasına rağmen asla bırakmazdı mesleğini. Biri ona bu mesleğin olumsuzlukları diye sorsa binlerce şey arasından en iyisini seçer ve 'artık fazla tercih etmiyorlar' deyip geçiştirirdi. Oysa parmakları küçük yara bere izleriyle doludur. Bir cerrah umutla girdiği ameliyattan kötü bir kayıpla çıksa bile terk etmez mesleğini. Çünkü bir umut giderse ardından yüzlerce umut gelirdi. Bir hastanın 'iyileştim' diyerek gülümsemesi, ölen hastasının acısını az da olsa unutturabilirdi kendisine. Ama öğretmenlik... Ferah tam şu aşamada çıldırıp sesinin tonunu giderek arttırdıkça gözleri de eşzamanlı olarak doluyordu. Ülkenin bir yerinde, hiç bilmediği bir yerde bu mesleği icraat etmek zorunda da kalmazdı ama dayanacaktı. Boşuna mı okumuştu onca sene?

"Hadi oyun oynayalım," dedi dördüncü sınıf öğrencilerine, yüzünde zoraki bir gülümseme vardı sanki az önce çıldıran o değilmiş gibi, "Oyunumuzun adı tıp, ben 'tıp' deyince siz susuyorsunuz 'konuş' dediğimde konuşuyorsunuz, oyunu ben kazanırsam siz beş defa bugün derste öğrettiğim kelimeleri yazıp bir sonraki derse getireceksiniz eğer ben kaybedersem size çikolata dağıtacağım. Anlaştık mı?"

Oyun başlamış gibi hepsi çiçek olup kollarını göğüslerinde birleştirip kadının ağzından o sihirli sözcüğün çıkmasını bekledi. Ferah sadece 'tıp' dedi ve dersini sessizce, huzur içinde işlemeye devam etti. Zilin çalmasına iki dakika varken de 'konuş' diyerek çocukların çikolatalarını dağıttı. Masraflı olacaktı ama sürekli bu oyunu oynayabilirdi.

"Kelimeleri üç defa yazıp getiriyorsunuz, kontrol edeceğim."

"Ama öğretmenim?" dedi en önde oturan kız çocuğu, "Biz kazandık!"

"Ben size ödev vermeyeceğim demedim ki, beş kere yazma ödevi vermeyeceğim dedim."

Zil çaldığında teker teker sınıftan çıktıktan sonra hepsi, Ferah kitaplarını ve çantasını alarak ayrıldı sınıftan. Bugün son dersiydi şimdi evine gidip kendisine güzel yemekler yapacak, ardından film izlerken sınav kağıtlarını okuyacaktı. Günlerden çarşambaydı, herkes kar yağacağı için heyecanlıyken hava durumunda hala bolca yağış görünüyordu ama hayat sürprizlerle doluydu değil mi?

Öğretmenler odasındaki herkese 'iyi günler' dileyerek çıktı okuldan, kol çantasının içini sınav kağıtlarıyla doldurmuştu. Usul usul yola koyuldu, dudaklarında az önce yenilmenin verdiği minik bir gülümseme vardı.

Bazen olur olmadık yerlerde gözü dalıyordu, insanları izliyordu. Dudaklarındaki tatlı gülümsemeyle dik dik birilerine bakıyordu. Bazen de izlediği insanlardan birini göz kafesinin içine alıyor, yanından geçene kadar bakmayı sürdürüyordu şu an yaptığı gibi.Göz ve saç rengini aklımda tutmaya çalışıyordu mesela, bu onun için hafızayı güçlendirme taktiklerinden birisi sayılırdı. Gözlerinin içinebakardı, sanki en dipte bir hazine varmış gibi... Öyle anlamlı geliyordu kio an yaptığı şey, insanların bakışları altında ezilip ezilmediği aklına dahigelmiyordu. Karşısından gelen biri için oldukça yabancı ve kötü niyetli hareketti bu ama anlıktı, bazıları ona baktığının farkına bile varmıyordu.

"Ferah!"

Soluk soluğa kalan adama baktı, ismini söyledikten sonra yanında bitmişti bir anda. İncelenecek bir hazine daha çıkmıştı şimdi.

"Adliyeden mi? Bugün kimlerin canını yaktınız bakalım Avukat Bey?"

"Maalesef bugün canı yanan ben oldum."

"Geçmiş olsun," dedi samimiyetle. Adamın adımlarına ayak uydurmaya çalışırken ayakları birbirine dolansa da düzeltmişti hemen.

Hayatın insana ne getireceğini ve neleri ondan alıp götüreceğini kimse bilemezdi. Bu yüzden bunu yaşayarak görmek, anlamak insana hem mucize gibi hem de korkunç bir olay gibi gelirdi. Bazen iyi şeyler, iyi olma süreçlerinde kötü gibi gelir ve ardından sonunda, belki üzerinden yıllar geçse de, bunu yaşayan insa için bir kurtarıcı olurdu. Elleri bomboş kalan insan bi' anda dolup taşan ellerine bakakalır, ne yapacağını anlamazdı bile. Hayat bu yüzden güzeldi, kötü insanlara ve kötü olaylara rağmen. Hayat buydu, altında manalar arayarak kendini telkin etmek ve elindekiyle yetinerek içten içe biraz daha fazlasını istemek. Hayatın gariplikleri karşısında insan bazen ne diyeceğini bilemeden öylece kalıverirdi. Eli ayağı tutulur, gözlerinin önüne bir perde iner, o anın akışının içine kendisini sanki kaydıraktan kayan bir çocuk gibi bırakırdı. Düşününce, insan ne muntazam bir varlıktı, doğan ve ölene kadar yaşanan o zamanın içinde sonunu bilmeden her şeye koşan bir varlık. Fakat, ne kötü ki ölene kadar geçecek olan bu süre içinde her şeye aceleyle koşan bir varlık.

"Sen neler yaptın?"

"Okuldaydım işte, bir şey yapmadım ama eve gidince yapacağım. Enfes bir ziyafet çekeceğim kendime, eşlik etmek ister misiniz efendim?"

"Yok, sen yorulmuşsundur dinlen iyice. Belki başka bir gün?"

"Neler kaçırdığını bir bilsen böyle demezdin kesinlikle," Hiçbir şey kaçırdığı yok, annesinin yaptığı konservelerden birisini açıp yanına da buzluktaki sarmaları pişirip koyacaktı. Onunla bir akşam yemeği yiyip tekrardan uzun uzun sohbet etmek hoş olabilirdi ama adam pek oralı değildi.

"İkna oldum gibi oldu şimdi, evde yemekte yoktu. Gelelim bari, çok ısrar ettin."

❅❅❅

İkinci kavanozu almıştı eline, ilkinin kapağı hiç zorlanmadan açılıp mutfağın içine müthiş bir ekşi koku sardığında çöpe uğurlamıştı. İkinci kavanozdan umutluydu ama yine aynı sonuçla karşılaştı, kapakları tam oturmadığı için bu da bozulmuştu. Üzülerek buzluktan çıkarttığı sarmaları ve kuru patlıcan dolmalarını tencerenin içine dizip üzerine biraz zeytinyağı, su ve iki parça limon koydu. Kırk dakikaya evin içini mis gibi sarma kokusu saracaktı, şimdiden iştahı kabarmıştı.

Salona geri döndüğünde adamın kabanını çıkartmış olduğunu ve elinde bir kağıt olduğunu gördü. Sınav kağıtlarından birini almış gülerek okuyordu, masanın üzerinde dün akşamdan kalma üçüncü sınıfların sınav kağıtları vardı.

"Neye gülüyorsun?" dedi meraklı meraklı, tekli koltuğun başında dikilip kağıdı incelemeye başladığında adamın parmağıyla işaret ettiği yere bakınca dudaklarını birbirine bastırdı, sınav kağıtlarını okurken neler neler görmüştü ama bu kesinlikle bir ilkti. Öğrencisi 'Spanish' kelimesinin Türkçe karşılığı olarak 'İspanyollu' yazmıştı bozuk yazısıyla. Olabilirdi tabii böyle şeyler, en azından bir şeyler bildiğini kanıtlamıştı, değil mi?

"Kaç puan vereceksin şimdi buna?"

"Her biri dört puandı buna iki verebilirim. En azından biliyor, ekin zararı olmaz."

"Ama yine de iki puan kırıyorsun?"

"Zalim bir öğretmenim ben," dedi gururla. Son dersteki öğrencisinin çıkışı gelmişti aklına, bu zalimlik olmayabilirdi fakar o yaptığı kesinlikle bir zalimlikti. Bir sebebi de vardı, kendisinden biliyordu, o da bu yollardan geçmişti. Ödev verilmediği takdirde o kelimelerin hepsi unutulacaktı.

"Bence fazlasını bile bildiği için dört puanı hak etmiş."

"Gidişat doğru ama sonuç yanlış, ne yapabilirim?"

"Öğretmenim, sonuç gayet doğru."

Ceketinin iç cebinden çıkarttığı kalemiyle o cümlenin yanına üç puan yazdı Semih, kadının da gönlü olsun diye bir puanı cebine saklamıştı. Çocukken sınav kağıdı okumanın eğlenceli bir şey olup olmadığını merak ederdi fakat şimdi anlamıştı ki iyi ki öğretmen olmamıştı. Hatalar yapılmasına rağmen öğrencilerine tam puan verip onların neşelerini seyretmeyi tercih eden bir öğretmen olacağı besbelliydi.

"Ben sofrayı hazırlarken birkaç tane daha kağıt okuyup bana yardımcı olabilirsin diye yorumladım bu hareketini. Şurada cevap anahtarı var." Parmağıyla bilgisayar çantasını göstermişti, adam elindeki kağıdı bacağının üstüne bırakıp cevap anahtarına uzanıp aldı.

"İnsaflı davranma, hatalarının farkında olup kendilerini düzeltmeleri gerek."

Kadın arkasında bıraktığı çiçeksi kokunun esintisiyle başbaşa bıraktı adamı. Semih o gidip tekrar elinde tepsiyle gelene kadar üç tane sınav kağıdı okuyabilmişti, verilen cevaplar onu o kadar güldürmüştü ki adamın vaktinin çoğu aynı cevabı kırk defa okuyup gülmekle geçmişti. Son okuduğu sınav kağıdının en altında Ferah'ın ismi ve imzası vardı, öğrencisi o ismin yanına 'You are flower' yazıp minik bir çiçek çizmişti. Kağıdı bir kenara koyup diğer kağıtlara da bakmaya başladığında birkaç öğrencinin dikkatinin dağıldığını kağıtların belli köşelerinde küçük simgelerin olduğunda anlamıştı. Bu olay hiçbir zaman değişmeyecekti, öğrencilik hep sıkıcıydı ve öyle olmaya da devam edecekti.

"Öğrencilerin seni çok seviyor olmalı," çiçek olan sınav kağıdını uzattı Ferah'a. Kadın ilk bakışta fark etmese de kağıdın sonuna baktığında yüzünde güller açmıştı, "Genç olup onların dillerinden anlamam hoşlarına gidiyor."

"Bence başka şeyler de var."

"Gücümün yetmediği yerde çikolata ve şekerlemeler havada uçuşunca deliriyorlar," Bir ihtimal kadını da delirtmelerinin sebebi sürekli verdiği çikolatalar olduğu için olabilir miydi? Kuşkulandı, hepsinin beyni zehir gibi çalışıyordu ve kadını ayakta uyutma ihtimalleri çok yüksekti.

Önce sessizlik içinde, televizyonda onlara eşlik eden haber bülteni eşliğinde yemeklerini yediler. Ardından Ferah küçük tepsiyi temizledikten sonra üstüne pijamalarını giyip ocağın üstüne koyduğu çayı demledi ve salona geri döndü. Adam ellerini yıkamak için lavaboya gittikten sonra yine pencerenin önünde duran o tekli koltuğa yerleşmişti, az önceki halinden tek farkı kravatı artık boynunda değildi ve gömleğinin üstten bir düğmesini açıp hafif bir aralık bırakmıştı. Penceresi de açık olduğu için dışarıdaki insan sesleri dairenin içine doluyordu ama rahatsız edecek kadar gürültülü değildi. Kendisine ait olmadığını bildiği bir kalemle yine sınav kağıdı olmadığını düşündüğü bir kağıda bir şeyler yazarken telefonundan da bir belgeye bakıp not olarak yine  kağıda geçiriyordu. Sessizdi Ferah, salonun giriş kapısında öylece durmuştu. Altındaki kuzulu pijama ve üstündeki gri bol tişörtüyle adamın yanına paspal duracağı hissi uyanmıştı birden içinde ama kendi evinde rahat olmak en doğal hakkıydı, değil mi? Üstelik adamı da kendisi davet etmişti.

Tavandaki on spot ışığının beş tanesi yanıyordu, adamın kadına dönük tarafı loş ışığın altında kalırken diğer tarafı tamamen aydınlıktaydı. Evet ona güvenmişti ama acaba çağırmasa mıydı? Belki de o an burada olması çok yanlıştı. Belki de hiç onunla karşılaşmadan ya da sesini duymadan evine gelseydi, midesindeki düğüm o zaman çözülmüş olur muydu?

Sessizliğin ŞarkısıWhere stories live. Discover now