❅8

14 1 0
                                    

Kaç dakika olmuştu? Pek saydığı söylenemezdi doğrusu, hava kararmıştı sadece camdan bunu canlı canlı görebiliyordu. Sarı sokak lambaları caddeyi aydınlatınca, uzun apartmanların pencerelerinden sarkan pembe ve kırmızı çiçekler daha da göz alıcı olmuşlardı. Bulutlu hava da yağmur yağmayı beklerken sanki onlar da can bulacakmış gibi rüzgarın esintisiyle dans ediyorlardı. Köşe başında açık olan lokantada yaşlı bir amca eşiyle tatlı tatlı sohbet ederken kadının gülüşünü seçebiliyordu, saçları yaşlılıktan kırlaşmış kadın kocasına öyle bir bakıyordu ki... En çok ben aşığım diye geçinen insan bile utanırdı belki bu bakışlardan.

Oturdukları mekanın içinde çalan şarkılar, yanlarından geçen insanlar, kokuları, garsonların yüzleri, sesler her şey sürekli değişiyordu. Artık soğuyan kahvesi bardağın yarısını kaplıyordu, üstü kaymak bağlamaya başlamıştı. Adam soğuk kahve sevmezdi bile ama bundan başka oyalanacak neyi vardı? Kahvesinin bitmesini istememişti, bu anın da bitmesini istemiyordu ama her an mutlaka biterdi, bu yüzden buna anı derlerdi. Kendini bu anıya, doğrusu ana bu kadar çabuk kaptırdığı için kendisine kızıyordu ama neden kendisiyle girdiği bu savaşta sürekli mağlup taraf oluyordu, bilinmezdi.

Bir saat olmuştu belki, kadın kahvesini bitirmiş tatlısından yemeye başlamıştı ufak ufak. Bir saatte konuştukları konu bir elin beş parmağını geçmezdi. Ferah ne anlatacaksa hevesli hevesli, dünyanın en olağanüstü şeyiymiş gibi anlatırdı hep. Semih'in de ondan pek farkı yoktu sahi, adam da karşısında yeni tanımaya başladığı biri olunca susmaz sürekli bir şeyler hakkında bahis açardı ama bugün öyle olmamıştı. Kadının konuşurken şekilden şekilden girdiği suratını, gülümsemesini, arada attığı kahkahaları doyasıya izlemişti. Sesini bazen fazla yükselttiğinde etrafına attığı çekingen bakışları, kendisini geren bir konudan bahsederken işaret parmağında takılı olan alyansla oynadığını,özlemle dolduğunda ise ellerini yanaklarına götürüp iç çekerek tebessüm etmesini görmüştü. Masmavi gözleri oturduklarından beri parıltısını hiç kaybetmemişti, ara ara gözyaşlarıyla dolmuştu bu ikili ama yine de yanaklarından esirgemişti. Tokasından fırlayıp gözlerini kapatan saçları ilk önce tokaya sıkıştırılsa da sonra pes edilmiş ve kulaklarının üstüne kondurulmuştu.

Babasından bahsetmişti, parmağındaki alyansın sahibinden. Çocukken babasının alyansını kendisi sayesinde kaybettiğini bir daha da almadığı için Ferah kazandığı ilk parayla ona bir alyans aldığını söylemişti. Aldığı alyans yaşlı adamın ömrünün sonunda onun parmağında yer bulmuştu ne yazık ki. Elleri saçlarının arasında olup camdan dışarıyı seyreden bu kadının hala anılar içinde yaşam sürdürdüğünü görmek adamı biraz garip hissettirmişti. Sanki yeni anılar yaratmaya kendisini kapatmıştı, sanki hala o zamanlara geri dönecekmiş gibi yad etmesi başka neyi açıklardı?

"Bir köpeğim var. Onu yanımda getiremedim, annem izin vermedi. Kaç yaşına gelmişim, köpeğe bakamazsın sen dedi bana. İnanabiliyor musun?"

Hayretle elleri havaya kalkmıştı, kendi söylediği şeye bile inanamamıştı. Gözlerini camdan çekip adamın onu seyreden suratına bakıyordu.

"Hiçbir zaman annemi büyüdüğüme inandıramadım ama işine geldiğinde büyük bir kadınmışım gibi davranmasını çok iyi biliyor."

Annesinden söz açmamıştı hiç ama bu cümlelerinden pek anlaşamadıklarını anlayabiliyordu. Belliydi, babasına aşırı düşkünken onu kaybetmesiyle tutunacak dalı kalmamıştı. Boşlukta kalmış gibiydi, sanki o zamanlarda çok büyük hatalar yapmışta bunu kendine söylemekten bile saklıyordu.

"Seni bir yere götüreyim mi?"

"Anlamadım."

"Gel hadi, seni çok güzel bir yere götüreceğim."

Gözlerindeki soru işaretleri giderek artıyordu. Adamın ayağa kalkıp kabanını giymesini ve evrak çantasını koluna takmasını seyretti. Ardından ona uzanan eli gördü, onun da ayağa kalkmasını bekliyordu. O anda kadın ilk defa fark etti, ilk defa kendisine dürüst oldu. Bu adam başka birisiydi, daha üç gündür onu tanıyordu, tanımaya çalışıyordu en azından ama farklıydı. Kendisini izlerken attığı bakışlar farklıydı, çok tanıdıktı ama bir o kadar da farklıydı. Ferah belki de onun bakışlarıyla kendisini dünyanın en özel varlığı gibi hissediyordu. Onu tepkileriyle güldürebildiğinde sanki bir komedyen oluyordu, üzüldüğünde onu da üzdüğünü fark edebiliyordu. Binbir çeşit duygu geçişi yaşamışlardı beraber. Ferah dürüsttü kendisine şu anda, bu adam... Sıradan bir adam değildi, duruşu bile farklıydı. Bu adam ya onun başına bela olacaktı ya da gönlüne. Ferah, o anda ilk defa fark etti. Bu adam... Bu adam kesinlikle sadece arkadaş olarak kalınabilecek biri değildi, aksi halde yüreğindeki bu ılık esintiyi nasıl anlatabilirdi?

Sandalyeden destek alarak kalkmak yerine ona uzatılan eli tuttu, ardından kabanını ve çantasını almak için elini bıraktı ve bir daha da geri tutmadı, adam da uzatmadı zaten.

"Nereye götüreceksin?"

"Gel sadece, yüzünü güldürecek bir yere gideceğiz."

"Tamam," dedi kadın ifadesiz suratıyla. Adam boğazını temizledikten sonra gözleriyle açıkta kalan kol arasını işaret ettiğinde Ferah gülümseyerek başını eğmiş ve adamın koluna girmişti. Yanyana, uzun süredir birlikte olan bir çift gibi ayrıldılar mekandan. Bugün zamanın su misali akıp gitmesi hayal gibi gelmişti kadına, sanki bir rüyadaydı da birazdan uyanıp okula geç kaldığını fark edecekti. Ama hissediyordu, onun temasını hissediyordu. Güldükten sonra boğazındaki hırıltıyı boğazını temizleyerek geçirirken hareket eden adem elmasını görmüştü. Eliyle ağzını örtüp gülümsemesini saklamasını görmüştü, gözlerini kaçırışını anbean hatırlıyordu.

"Çok mu uzak?"

"Hayır, bu caddenin sonunda. Benim evimde."

Kendi evinin önünden geçiyorlardı, adamın ona bu kadar yakın bir mesafede oturduğunu düşünmemişti. Demek ki ilk gördüğü gün bir anda ortadan kaybolması bu yüzdendi. Neye şaşırdığını bile bilmiyordu, zaten küçük bir yerde yaşıyordular. Yakın olmayacaktı da ne olacaktı?

"Niye evine gidiyoruz?" dedi kaygıyla. Bu adamı ona zarar verip vermeyeceğini anlayacak kadar tanımıyordu daha. Oturdukları süre boyunca da konuşan taraf hep kadın olmuştu, hayat hikayesini dökmüştü masaya.

"Sana bir şey, bir şeyler göstereceğim."

"Korkmam gerekli mi?"

Semih kadının kolunun temasını hissetmedi bu cümleyle beraber. Kapının önünde ona bakıyordu gözlerinden dışarıya yansıyan gerginlikle.

"Hayır, tabii ki. Kötü bir adam değilim, Ferah."

Apartman kapısını açıp içeriye girdiler beraber. Kadının çekincesi hala geçmemişti. Zemin kattaydı evi, sağ tarafta kalan kapıyı açmakla uğraşıyordu. Çok hafif bir aralık bırakarak açmıştı kapıyı, o daracık alandan sıyrılarak içeriye girdiğinde sesi çıkmadı bir müddet. Ferah hala o kapının girişinde sessizce adamın davetini bekliyordu ama ondan önce başka bir ses duydu. Cilve yapan bir kedinin mırıltısıyla karışık bir miyavlama. Yüzünde bir anda güller açıverdi kadının, aralık kalan kapıdan ona bakan siyah beyaz kediyle bakıştı.

"Dede olduğumu biliyor muydun?"

"Şaka yapıyor olmalısın. Gerçekten mi?"

"Gel hadi içeriye, seni birkaç kişiyle tanıştıracağım. Aileme dahil oluyorsun, ona göre."

Ayakkabılarını çıkartıp içeriye girmek için adımını attığında kedinin koku kontrolünden geçmişti. Sanki yaş mama kokluyor gibi uzun uzun koklayıp patisini kadının ayağının üstüne çarpıp hızlıca evin içinde koşuşturmaya başlamıştı.

"Biz pek misafir sevmeyiz, kusura bakmazsın artık."

"Neyse ki kendimi sevdirebilen bir insanım."

"Fark ettim."

Adamın yönlendirmesiyle koridordan geçip küçük karanlık bir odaya girdiler. Işığı açmasıyla kapının girişine bekleyen kedi iki ayaklarının üstünde durup kadının bacağına atlamıştı onu korkutmak amacıyla. Sarman ve tekirlerin oyuncu olduğunu çok duymuştu ama siyah beyaz kedilerin böyle olduğunu hiç görmemişti. Kendine ait bir odası olan bir kedi de hiç görmemişti sahi.

Küçük bir odaydı ama tamamen kedi malzemelerinden oluşuyordu, sadece tuvaleti burada değildi. Büyük kahverengi bir kedi evi vardı, upuzundu. Çevresinde de pestili çıkmış tırmalama tahtası dikiliyordu iki tane. Tüylü paspasın üstünde de bir tane büyük minder vardı, tertemiz görünüyordu.

Adam kedisini kucağına alıp olası bir saldırıyı daha önlemek istemişti daha büyük bir saldırıya mahal verdiğini bilmeden. Annelerinin gürültülü miyavlamasıyla evden çıkan dört tane yavru uykudan mayışmış suratlarıyla meraklı meraklı bakıyorlardı. Evin merdiveninden inecek kadar büyük olmadıkları için hepsi tek bir ağızdan dillenmişti. Semih eve yaklaşıp anne kediyi yuvanın içine bıraktı, kedi şimdi 'nereden sardın bu belaları başıma?' dercesine bakıyordu. Anne olmak onu da yormuştu, her canlıyı yorduğu gibi.

"Hanife ile tanış, kendisi ufak bir evden kaçma sonucu gebe kaldı. Doğurana kadar obez sanıyordum."

Yavru kedilerden birini eline almak için uzandığında yine o meraklı burun tarafından eli çevrelenmişti. Koklamasına izin verdi, böyle böyle anlaşabilirlerdi ancak. Artık kokusunun onu cezbetmediğini Hanife'nin geri çekilmesiyle anladı, karışık renkte olan kedilerden birisini aldı avucunun içine. Bir avuç kadardı, gözlerini kocaman açmış daha sertleşmemiş tırnaklarını da kadının kabanına geçirip pusmuştu.

"Ailenle tanıştığım için çok mutlu oldum ama sanırım aşırı kıskançlıktan bu fındıklar büyüdüğünde birisini kendime saklayacağım."

Kadının kalbini çalacağından o kadar emindi ki istemsizce mırıldandı kadın kediyi burnunun dibine sokup onu öperken, "Yine ben de kalacak yani."


Sessizliğin ŞarkısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin