❅15❅

14 1 0
                                    

Kahverengi atkısını boğazına dolamıştı iyice. Hava buz gibiydi, gökyüzü bembeyazdı, elleri ceplerindeydi ama ısıtması çok zordu. Eldiven alsaydım diye içerlendi sessizce ama yanında bir çift eldiven bile getirmemişti ki. Karın içinde kaybolan botlarıyla gözgöze gelince güldü, daha önce hiç bu kadar çok yağan kar görmemişti, yani ayaklarının karın içinde kaybolacağı kadar. Üstelik hala da yağmaya devam ediyordu, yılın ilk karı haftanın cuma gününe denk gelmişti. Oysa kaç gündür yağdı yağacak diye bekliyordu herkes. Biraz hayal kurmak fena olmazdı doğrusu tam şu anda. Boynundaki kalın ve geniş atkıyı bir eşarp gibi kafasının üstünden doladı bu sefer, saçları ıslanıyordu ve ıslandıkça kadın daha da üşümeye başlıyordu.

Ellerini yine saniyeler içinde soğuyan ceplerine soktu ve yürümeye devam etti. Kaldırım neredeydi, yol neredeydi anlayamıyordu bile. Ara ara kirpiklerine düşen kar tanelerini gözlerini ıslatıyor ve etraf saniyeliğine bulanıklaşıp tekrardan düzeliyordu. Her zaman kendisine bakmak için durduğu o siyah filmle kaplı camın önünde duraksadı. Kıpkırmızı olan burnunun ucunu görünce morardığını düşünmeye başlayıp korkmuştu. Saçlarından ıslak olan birkaç tutam yanaklarına yapışmıştı, şu an çok komik ve perişan bir haldeydi ama neyse ki üstünde balkonlar olduğu için kar taneleriyle uğraşmak zorunda değildi. Üstelik ofisin sahibi kimse üşenmeden kapı girişini açacak kadar karı temizleyip yolun kenarına yığmıştı.

Semih iki saat önce gelmişti ofise, o gelirken kar bu kadar birikmemişti ama iki saattir hızını gittikçe arttırdığı için şu an her yer bembeyaz görünüyordu. Yılın ilk karıydı bu, uzun bir süre erimeyecek kadar da çok yağıyordu.

Kahve fincanıyla camın arkasından bakınmaya başlamıştı. Ferah'ın okuldan çıkış saati yaklaşmıştı, her zaman yaptığı gibi yine bu camın önüne kendisine bakacağını biliyordu. Hiç sekmemişti bugüne kadar, adam bunu ondan sakınmasın diye ofisini bile göstermemişti kadına. Sahi, kadın da pek merak edip sormamıştı zaten. Tabelada kocaman hocasının ismi yazdığı için dıştan görüp anlaması da biraz zordu, bu da adamın bir avantajıydı. Bu kadını kandırmak olur muydu? Sorsaydı belki gösterirdi ama sormamıştı sonuçta.

Kulaklarında sürekli geçen hafta okulun önünde onu beklerken kız çocuklarının arasında konuştuğu rivayet çınlıyordu. Dün gece arkadaşıyla konuşmalarından sonra daha da inanır hale gelmişti bu rivayete, sevgisini saklamak istemiyordu ama kadının ondan uzaklaşma fikri de korkunç geliyordu. Bunu düşünüp kendini inandırdığı için çoğu zaman utanarak gülümsüyordu ama aklından da çıkaramıyordu işte. Semih yine bu dalgalanan düşünceler içinde yüzüp kıyıya ulaşmaya çalışırken kadını gördü. Karın içinde zar zor yürüyordu, atkısını saçlarına örttüğü için yüzü biraz açıkta kalmıştı. Perişan haldeyken bile bu kadar güzel olması büyük bir şaka olmalıydı.

Kapı girişine yakın şekilde camın önünde aniden durduğunda adam da biraz daha yaklaşmıştı o tarafa doğru. Kapıdan gelen soğuk esinti koluna çarpıyordu ama adamı devirecek güçte değildi. Dudaklarına ev sahipliği yapan tebessümle kadının dikkatlice burnuna şaşı bakmasını izliyordu. Cebinden çıkarttığı eliyle burnunun ucunu sıktırıp kaşlarını çatması biraz daha güldürmüştü onu. Sıcak memleketten geldikten sonra buranın soğuğu çarpmıştı.

"Çok güzelsin, bu kadar güzel ve tatlı olman haksızlık," diye söylendi kendi kendine. Tek başına olduğu için mırıldanmak zorunda kalmıyordu, elindeki fincanı dudaklarının arasına çekip soğumuş kahvesinden bir yudum aldı.

"Kalbime haksızlık."

Kadın sanki onu görüyor gibi gözlerinin içine bakıyordu, denk gelmişti. Adamın kalp atışı giderek hızlanıyordu, midesine kramplar girmişti. Kadının kendisini komik bulduğu için dudaklarında yer alan gülümsemeye kaydı gözleri.

"Seni seviyorum," dedi sonra tuttuğu nefesini dışarı verirken. Soluklanış gibiydi, sanki o düşünce denizinden çıkmışta soluklanıyor gibiydi, "Bunu kelimelere dökemeyeceğim kadar hem de ama daha çok erken değil mi? Ödüm kopuyor arkadaşlığımızdan kaçıp gideceksin diye ama bugün söyleyeceğim. Bugün açacağım kendimi sana."

İç çekti, kadın hareketlendiğinde kendisi de arkasını cama dönüp elindeki kahve fincanını ortadaki sehpanın üstüne bıraktı. Az önce kolunda hissettiği o soğuk havayı şimdi sırtında hissediyordu güçlü bir şekilde.

"Kapıyı açık..." cümlesini bitiremeden durakladı sonra arkasından tanıdık bir ses. Ferah olduğu yerde kalakalmıştı, bu tatlı itiraftan sonra içeriye girip kimin söylediğine bakmak istemişti ama onu beklemiyordu. Adam ona sırtını dönmüş olsa da yüzünün yarısını görebiliyordu. Semih arkasını dönmemişti bile, bu anın saçmalığında ölmek istiyordu.

"Bırakmışsın. Kusura bakma ben buranın sana ait olduğunu bilmiyordum, yani bilseydim... Şey, bilseydim de bir şey değişmeyecekti doğrusu. Neyse, rahatsız ettim. Gidiyorum ben," diye sırayla tek bir nefeste sıraladı cümlelerini. Eli ayağı boşalmıştı, neden yere yığılacak gibi hissediyordu? Kendisine mi söylemişti o cümleleri? Ama sehpanın üstünde ekranı yeni sönen bir telefonda vardı. Bu adam gerçekten onu seviyor olamazdı ki zaten. Olamazdı, değil mi? Hiç belli etmemişti çünkü. Anlamamış mıydı acaba?

Dünyaya geldiğinde, annesinin mis koynuna girip onun kokusuyla uyuduğu günlerinve gözlerinin önünde melekler uçuşup sadece onları görürken hissettiği mutluluğun hep devam edeceğini sandığı vakitler hatırlamasa bile güzeldi.Daha sonra çocuk oldu ilk defa ailesi dışında bir kız çocuğunu sevdi, daha da büyüdü genç oldu sonra ilk defa sandığı gibi olmadığı bir sevginin peşine takılıp gitti. Bir tırtıl kozasını örüpiçinde kelebek olmayı bekler ya, sonra gözlerini bir kelebek olarak açtığı yenidünyasında, ansızın biri gelir "Aman! Zaten yirmi dört saat yaşıyor, boşboş dolanmasın lambanın etrafında." deyip öldürürdü onu. İlk yarasını da öyle almıştı Semih zamanında, ansızın bir anda onda kalan yaşamasevincini, güzelliğini, çocukların omuzlarına konup onları güldürme isteğini enönemlisi  o kelebeğin geriye kalan seksen dokuz gününü alırlardı ya, öyle hissetmişti ama şimdi başkaydı. Kökünden sökülmüş bir ağacın toprağa yeniden kavuşunca yeşermesi gibiydi, güneş doğduğunda ona bakan ayçiçekleri gibiydi.

Sessizliğin ŞarkısıWhere stories live. Discover now