köle jeon.

34 5 0
                                    

"gidebileceğine dair bir şey dediğimi hatırlamıyorum ve tam şu anda seni satın alıyorum,

kulağımda baskılanan sıcak dudakları nefesimi tutmama sebep olurken gözlerimi yuvalarında çevirmiş derince bir nefes almıştım.

"köle jeon.

----

kulağıma solunan sıcak cümle yerini soğuğa bıraktığında geriye doğru ilerlemişti tok adımları. tutmuş olduğum nefesimden ötürü duruşum dik idi. omzumun üstünden hafifçe arkama bakmaya çalışmış, dudaklarımı birbirine bastırarak gözlerimi kırpıştırmıştım.

şaka mı yapıyordu bu adam tanrı aşkına!

kısa süre içerisinde kendime gelebilmiş ve bedenimin yönünü kapıya doğru adımlayarak ilerleyen bedene çevirmiş, dudaklarımı aralamıştım. güç ve gür tutmaya çalıştığım sesim ile aklımdaki cümleyi kurmayı hedefliyordum.

- ne, ne dediğini zannediyorsun sen? karşında jeo-

"karşımda güçten düşmüş, köle pazarlarında sürten küçük jeon var.

sesime kıyasla durgun ve net çıkan sesi beni bastırırken aralık dudaklarımdan içeriye yalnızca soğuk hava girmişti. adımlarının yönü beni bulurkem kurmuş olduğu cümle yankılanmaya başlamıştı kulaklarımda. o henüz farkında değildi asıl gücümün.

kaşlarım çatılırken ellerimi iki yanımda yumruk hâlini almıştı. bunu ancak bakışları ellerime indiğinde fark edebilmiş ancak istifimi bozmadan doğruca sıcak soluklarım eşliğinde karşımda, 5-3 adım karşımda bulunan bedene ilerlemiştim.

- düzgün konuş! ne olduğunu bile bilmiyorsun!

"bilmek istemiyorum.

beni yeniden bozguna uğratan bir cevap vermişti. bu adam, bu adam nasıl bir adamdı böyle? âdeta kelimleri ile şekilden şekle sokuyordu adamı!

"abin delik delik seni arıyorken, hele ki benim elimde bir köle iken,

köle kelimesini o pis ağzına yayılan sırıtış eşliğinde söylemişti, bu sinirimi bozarken yalnızca yutkunmuş ve çatık kaşlarım eşliğinde onu dinlemi sürdürmüştüm. biliyordum konuşmanın nereye gideceğini, ancak sözünü bölersem de sinirlenecekti. en garantilisi sessizliğe bürünmek, düzgün bir aralıkta lafa girmek idi.

"sence de bu tavırların, hele ki üslubun. biraz fazla cesurca değil mi?

dudaklarına yayılan sırıtış silinirken sesi ciddiyete bürünmüş, ürkütücü bir fısıltı ile yuvarlanmıştı kelimeler dudaklarından.

"dudaklarıma bakmayı kes! duymuyor musun beni?!

- ne, ne?

kaşlarım karmaşa ile çatılırken bakışlarım doğruca gözlerine tırmanmıştı. tanrım, cidden onun dudaklarına bakarken mi dalmıştım? aish, rezilim rezil!

panik içerisinde alt dudağımı kemirirken boğazımı temizlemiş ve gözlerimi kısa bir süreliğine kapatarak sıkıntı dolu bir soluk vermiştim. yummuş olduğum gözlerimi açtığımda bakışları kısılan ve sert ifadesini koruyan çehre sanki bir cehennem gibi sıcacık hissettiriyordu. cehennemin kralı, kim taehyung..

- kurban neden benim? başka köle mi bulamadın?

tek kaşı ima ile kalkarken durgun ve aynı bir gölge gibi yavaşça yüzüme yaklaşmış, potlarının uçlarını yalnızca çorap ile sarılı olan parmak uçlarıma ittirerek durmuştu.

"hesap vermek zorunda değilim, istedim ve benim oldun.

cümleleri parmak uçlarımda ki kısa süreli acıyı dahi unutturduğunda sanki bulunduğum alana çivilenmiş gibi kalakalmıştım. sol üst dudak kenarı hafifçe hareketlendiğinde bakışlarımı acele bir şekilde yeniden gözleri ile buluşturmuştum.

"tek başına bile karşısındaki iri yarı adamlara kök söktüren jeon jungkook karşımda süt dökmüş kedi gibi kaldı. ah kim taehyung, sen nelere tabiisin.

cümlesi biter bitmez o gür kahkahası altında ezildiğimi hissederken iki adım gerilemiş ve sol ayak bileğini doğruca kapının bulunduğu yöne yani arkasına yarım açı ile çevirmiş ve bana bakma gereği dahi duymadan o aşağılayıcı ses tonu ile eğlendiğini adeta vurgulayacak tınıda kurmuştu cümlesini.

- sıkma canımı daha fazla, üzerine doğru düzgün şeyler getirecek güzideler. onları giyin ve aşağı in, uğraştıracak olursan,

hafif duraksamış ve ulaşmış olduğu kapıyı ittirerek açmıştı.

- sabah savurmuş olduğum kılıcı bizzat boynunda hissedersin.

ve tok kapı sesi..

-----

dediğini yapmış ve üzerime verilmiş olan beyaz beyaz kuzu yününden elde edilmiş kumaşı üst bedenime, siyah renkli yeni dikilmiş olan paltoyu ise alt bedenime, bacaklarımdan teker teker geçirerek giymiştim.

ensemi aşan saçlarımı ellerimin tersi ile omzumdan geriye savurarak beni kapı önünde bekleyen güzidelerin yanına çıkmış, ardımdan kapıyı kapatan şövalyelere ise kısa bakışlar atmıştım.

iki güzide ile kırmızı halıların donatmış olduğu zeminde adımlamayı sürdürmüş, ayağıma verilen postallar ile merdivenlere yönelmiştim. arkamdan ilerlemeyi sürdüren güzideler ellerini önlerinde bağlamış bir vaziyette inmişlerdi merdivenleri.

bakışları yeri bulduğunda acaba onlar gibi hareket etsem mi etmesem mi diye düşünürken bulmuştum kendimi. derin ses kulaklara akın ederken iki güzide de hafifçe eğilerek selamlamış ardından adımlayarak geniş ve bir o kadar da uzun yemek masasına doğru ilerlemişlerdi. ben de peşlerine takılmıştım ki ikâz dolu bir ses kulaklarıma tırmanmıştı.

"burası ağır değil, elini kolunu sallayarak gelemezsin.

adımlarım kendiliğinden durur iken bakışlarım direkt olarak masanın sol üst başında diğer sandalyelere kıyasla uzun olan sandalyesine yayılmış bir vaziyette oturan bedene tırmanmıştı. nefesimi tuttuğumu hissederken içimde yavaş yavaş filizlenen sinir tohumlarını yeşermeden söküp atmak istedim ancak bu isteğimi yerine getiremeden sanki daha çok körüklemek ister gibi yeniden konuştu oturuşunu dikleştirerek.

"abin görgü dersi alırken sen uyuyor muydun!

gürlediğinde yanımdaki iki kadın sarsılmışlardı, beklemiyorlardı bu atağı. dudaklarımı aralamak üzere boğazımı temizlediğim vakit araya girmişti sol dirseğini masaya yaslarken.

"buraya köle olarak geldin, prens olarak değil!

işte, bardağı taşıran son damla bu olmuştu.

- bana köle deyip durma!

konuşturma beni, yerle yeksan ederim seni.

ağzıma gelen ikinci cümle ile gözlerimi kapatmış ve kendime hâkim olmayı başarabilmiştim. hemen sağımdaki kadın kısık ses ile durmam gerektiğini fısıldasa dahi bakışlarım onu teğet geçerken yeniden karşımda bana alaycı gözler ile bakan bedene saplanmıştı.

- o aptal çeneni kapat yoks-

"yoksa ne?

dudaklarına yer edinen o alay beni bitiriyordu, biliyordum özellikle yapıyordu.

"cevap ver jeon, yoksa ne yaparsın? olmayan kuvvetin ile beni mi benzetirsin?

ellerini aniden masaya vurarak yerinden kalkmış ve bacağı ile sertçe ittirmişti sandalyeyi. seri adımları beni bulurken gözlerinden dudaklarına kadar kaskatı kesilen yüz hatları ile zorlukla aralamıştı dudaklarını.

"sana iki gün ekmek vermezsem ölür gidersin, güç ben de. bunu iyi biliy-

- uykusuz geçen gecelerinde beni aklına getir, çünkü tam şu dakikadan itibaren her şeyin sorumlusu benim.

------

887 kelime. 💥
hayatta olur böyle şeyler, içimden geçenleri yazdım. mükemmel bir köşe planlıyorum şu an. ama hikâyeyi nasıl bağlayacağım hâlâ bilemiyorum. 🖐🏻

Instagram on baelguzar.

ruler and angel of hell. Where stories live. Discover now