Giriş

148 26 12
                                    

   Minzi'yi ilk gördüğümde hayal meyal hatırladığım o eski evimizin bahçesinde oturmuş, annemin kitaplığından gizlice yürüttüğüm eski bir romanı okuyordum. Küçükken okuduğum kitapları pek anımsamam ama o eski hikayedeki küçük yaramaz kız, parlak sarı saçlarına tutturulmuş çiçekli tokaları ile benim zihnimde Minzi'nin ta kendisiydi.

   Bundan önce neredelerdi bilmiyorum ama şehre ailesiyle yeni taşınmışlardı. Elinde peluş beyaz bir tavşanla arabadan inerken göz göze gelmiştik, gülümsediğinde ön dişlerinden birinin eksik olduğunu görüp kıkırdamıştım. Bu oyuncak tavşanı çok severdi, hatırlıyorum, ondan beş yaş büyük olduğum için bu oyuncağa olan düşkünlüğünü anlamaz, hatta ona artık büyümesi gerektiğini söylerdim. Ama baş ucumda duran minik geyiği de kaldırmak istemezdim hala.

   Mahallemizdeki evlerin tamamı Başkan tarafından statüsü yüksek olan kişilere verilmiş olduğu için çevrede çok çocuk yaşamazdı. O yıllar boyunca Minzi ve ben tüm zamanımızı birlikte geçirdik. Tanıdığım diğer çocuklardan çok farklı biriydi. Ben okula gidip gelirken bile o, evin bahçesinden pek ayrılmazdı. Bazen caddenin arkasında kalan ağaçlığa kaçardık birlikte, annesinin uyarılarına rağmen nehirde yüzerdik, ben ona okumayı öğretmeye çalışırdım ama o taşların üstünde zıplayıp dans etmeyi tercih ederdi. Çıplak ayaklarıyla ağaçlara tırmanıp sincaplarla sohbet eder, kafasını suya sokup balık gibi dudaklarını büzerek onları kovalar, beni hep güldürmeyi başarırdı.

   Onu son görüşüm ise çok farklıydı, daha doğrusu göremeyişim. Babam bavullarımızı kimselere haber vermeden toplamış, ihtiyacımız olmayacak hiçbir şeyi almama izin vermemişti. Yıllar boyunca yaşadığımız evi terk etmiştik. Minzi'ye veda bile edememiş, ona vermek için yazdığım mektubu evine bile bırakamadan sessizce şehirden kaçmıştık. O mektupta neler yazdığını hatırlamayı çok isterdim, ona veda edebilmeyi de. Minzi annemin ölümünden sonra her saniye yanımda olmuştu, benim en iyi dostumdu. Çok fazla konuşmasa da o olmasaydı annemi kaybetmenin acısını kimse hafifletemezdi.

   Yıllar sonra aklıma gelmesini dün gece gördüğüm rüyaya borçluyum...

   Çocukluğumuzda kaçtığımız ağaçlığın ortasında tek başımda duruyordum. Yanan ağaçların sıcaklığı yüzüme vuruyordu. Bu yangın nasıl çıkmıştı? Burayı bu hale getiren neydi? Korkak adımlarla yıllar önce Minzi'yle oyunlar oynadığımız taş yoldan geçtim. Şimdi nehrin önündeydim, gözlerim onu aradı. Etrafta sisten başka bir şey görünmüyordu. Yangının sıcaklığı yüzümü yakmıştı, nehre doğru eğildim, ellerime aldığım serin suyu yüzüme çarptım. Gözlerimi açtığımda sudaki yansımayla göz göze geldim ama karşımdaki yüz benim yüzüm değildi, Minzi'nindi.

   Aniden geri çekildim. Çevreme baktım, kimse yoktu. Yanan ağaçların çıtırtısından başka hiçbir ses gelmiyordu.

   Seneler sonra yüzünü görmek beni şaşırtmıştı. Yaklaştım, ondan asla korkamazdım. Hüzünlü bir ifadesi vardı, gözlerindeki çaresizliği hissetmiştim. Bana elini uzattı.

"Yanıma gel Davina." Sesi beynimde yankılandı. Beni çağırıyordu. Beni eski ismimle çağırıyordu.

   Geçmişim bulanıktı, Minzi hariç. Onunla geçirdiğimiz zamanları çok iyi hatırlıyordum. Ama şehri, evimizi, insanları zihnimden silmiştim. On bir sene olmuştu buradan ayrılalı. Babam bir anda adımı, adımla birlikte benliğimi de değiştireli on bir sene. Annem öleli on bir sene.

   Suya yaklaştım, onu daha iyi görmek istiyordum. Ben yaklaşınca o da diğer elini uzattı.

"Bana gel."

   Biraz daha eğildim, belki ona dokunabileceğim düşüncesiyle elimi uzattım ancak Minzi'nin şimdiye kadar yalnızca birer yansıma olan elleri sudan fışkırır gibi çıkarak beni bileğimden yakaladı. Ellerimi çekmek için debelendim ancak çok güçlüydü. Dizlerimle kendimi geriye çekmeye çalışsam da beni suyun içine çekmeyi başardı.

Kontrolü KaybetmekWhere stories live. Discover now