Çıkmaz

638 20 1
                                    

"Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim..."

Bu satırı aklımdan geçirme şeklim her ne kadar şiirin ana konusuna uymasa da, bu en sevdiğim misraydı. Hayatımı özetleyen cümle...

Bu altı kelime, her kitabımın ilk sayfasını süsler, her defterimin herhangi bir yaprağında ayraç görevi görürdü. Öylesine sahiplenmiştim ki bu satırı, sanki Yılmaz Erdoğan değil de bendim sahibi, hatta bu cümleyi tüm dünyaya duyurduğu için ona kızdığım bile olmuştu.

Ervalarin bahçesinde beklerken artık saymaktan yorulduğum dakikaları takip etmekten vazgeçip, peş peşe sıralanmış, akşamın karanlığında bile kendini belli eden, rengarenk ortancaları seyrediyordum. Aklımda yine o satır.. Ne zaman bir boşluk olsa, aklım bana onun yüzünü hatırlatır, bende iç çekerek bu cümleyi okurdum içimden.

İşte yine o sayısız anlardan biriydi sadece, ta ki onun kokusu tüm duyularımı harekete geçirip dünyada var olan bütün kokuları bastırana kadar.. "Bizim cadı yine seni bekletiyor değil mi?"

Onun yüzüne bakarak büyümüş olmama rağmen, onu her gördüğümde sanki ilk kez görüyormuşcasına hızlı atıyordu kalbim. O yere doğru eğilmiş ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken, ben sırtımı yasladığım bahçe kapısında nabzımın normale dönmesi için nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum. Burundan al, ağızdan ver..

Peş peşe yaptığım bu hareket bir hayli uzağımda olmasına rağmen ciğerlerime onun kokusunu daha çok doldurmaktan başka bir işe yaramadığından acemice gülümseyerek başımla onayladım.

Güzel yüzünü sitem edermiş gibi kırıştırdı. Yerinden doğrulduktan sonra dış kapının koluna yaslanarak evin içine doğru bağırdı; "Erva, Sahrayı yine ağaç etmişsin! On saniye içinde gelmezsen sensiz gidecekmiş!"

Cümlesi bittiğinde bana döndü ve göz kırptı. O başını tekrar evin içine çevirip ona cevap veren tiz kız sesini dinlerken, ben aklımda az önceki göz kırpmasının yavaşlatılmış tekrarını izlemeye başlamıştım bile.

Saniyeler sonra aldığı cevaptan memnun olmuş bir ifadeyle evin önündeki beş basamağı atlayarak bahçe kapısına doğru yürümeye başladı. Koyu renk gömleğinin arkasında kırmızı pelerini de olsaydı tam bir süper kahraman olacaktı. Gerçi bu haliyle bile benim için yeterince süperdi. Demir kapıya yaslanan vücudum, onun bana yaklaşan her adımıyla doğruldu ve ben yine "burundan al, ağızdan ver" diyerek kendime komut verdim. Yanımdan geçip gitmeden önce durdu.

"Eğer bir kere bile onsuz bir yere gidersen seni bekletmekten vazgeçer, biliyorsun değil mi?" Haklıydı. Nereye gidersek gidelim Erva her zaman beni bekletirdi, okula, alışverişe, sinemaya, gezmeye hatta bakkala giderken bile. Ama ona sitem etsem de ben hep beklerdim. Çünkü o bu dünyada sahip olabileceğim en iyi arkadaştı.

"Onsuz gitmeyeceğimi biliyorsun Ahmet abi." Sesim yavru bir kedi kadar alçak çıkmıştı. Gözlerini devirdi. "Biliyorum. Ama bunu onun bilmesi gerekmez."

Sonra yüzü yine sevimli haline geri döndü. Bana bir adım yaklaşıp sanki sır verir gibi fısıldadı. "Hem biz yeterince onu şımartırken senin ona hayır demen gerekmez mi?"

İstemsizce gülümsedim. Ama nefes alamadım. Tekrar nefes almak için onun benden uzaklaşmasını bekledim. O saatine kısa bir bakış atıp, bahçe kapısından aceleyle çıkarken, hem bana hem de evdeki kişiye seslenir gibi yüksek sesle konuştu. "Her yere olduğu gibi buraya da geç kalacaksınız. Ve ailelerimizin bu durumdan hoşlanacağını hiç sanmıyorum."

Sonra hızlı adımlarla karanlık sokakta yürümeye başladı. Sokak lambasının izin verdiği kadar seyrettim gidişini. Birkaç metre sonra köşede onu bekleyen arkadaşlarının arasına karışıp gözden kayboldu.

Ayçöreği Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin