28. Bölüm

137K 7.9K 322
                                    

Eli otomatik bir hareketle saçlarımı kavradı ve onlarla oynamaya başladı. Bu ilkti değil mi? İlk kez saçlarımla oynuyordu. Parmaklarının yumuşacık hareketleri, saçlarımın üzerinde kadife kayıyormuş gibi hissettiriyordu. Bir adamın elleri hem acımasızca can alabilir, hem de bir kadının saçlarını böyle nazikçe okşayabilir miydi?

Kollarımı suyun içerisinden çıkararak boynuna doladım. Kafamı çıplak göğsüne gömdüm ve baharatlı kokusunu içime çektim. Kokusu... Yıllar sonra bir sokakta rastlasam tanıyabileceğim kadar belirgin ve ona özgündü. Poyraz kokuyordu işte. Ve bende asla unutamayacağım, Poyraz'ın kokusu diye bir tabir vardı.

Kafamı göğsünden çektim ve boynunda doladığım ellerimi birazcık gevşeterek gözlerinin içine baktım. Masmavi. Gökyüzünden ve denizlerden daha mavi. Okyanuslardan daha derin ve sisli bir dağın karlı tepesinden daha soğuk.

Saçlarımda duran ellerini belime indirdi ve sonra belimi iki yandan sıkıca kavradı. Bacaklarını toplayıp ayağa kalktı ve beni de belimden tutarak kaldırdı. Kol kasları azıcık şişmemiş olsa, onun için hiç ağırlığım olmadığını zannedecektim. Kollarını belime doladı ve bana yaklaştı. Gözlerimin tam içine bakarak gülümsedi. Dolgun dudaklarının gülümserkenki gerilişine bakarken sanki güneş, burada üstümüze doğmuştu.

Boynuna doladığım ellerimle kendimi yukarı çekerek Poyraz'ın göz seviyesine geldim. Ve dudaklarımı onunkilerle birleştirdim. Poyraz beni belimden tutarak yukarı doğru kaldırdı ve ikimizin de gözleri yavaşça kapandı. Biraz bile utanmamıştım. Sanki, dünyadaki en doğal şey buymuş gibiydi. Onu öpmek nefes almak kadar doğaldı.

Nefes nefese ayrıldığımızda gözlerimi açtım. Bana bakıyordu. Masmavi gözleri her zamanki gibi, içimi delip geçiyordu. İçimde yaralar açıyor, içimdeki yaraları iyileştiriyordu.

"Her şeyi hissettim," dedi Poyraz. "Nefreti, merhameti, öfkeyi ve kıskançlığı... Ama bunu daha önce hiç hissetmedim ayı kız..." Kalın sesi tüm odayı doldururken tekrar söze başladı. O etkileyici bakışlarıyla, daha önce hiç görmediğim şekilde bakıyordu. Öyle duygulu... Ve tekrar söze başladığında ne diyeceğini hissetmiştim. "Devrim ben-"

Sözünü keserek, "Biliyorum," dedim ve yanağından öptükten sonra gözlerine baktım. "Ben de."

Ağzımızdan hiç çıkmamış cümleler vardı. Ve belki de o kadar özel olan, ağzımızdan hiç çıkmamış olmalarıydı. O yüzden bu büyüyü bozmak istememiştim. Tuhaf bir şekilde, ne diyeceğini ilk defa tahmin etmiştim. İçimde onu sıcacık hissederken, dudaklarından bu sözlerin dökülüşünü duymaya ihtiyacım var mıydı?

"Bir daha gitme tamam mı?" dedim usulca. "Söz ver. Ya bir daha gitmeyeceksin ya da yanında beni de götüreceksin. Ne olursa olsun tamam mı? Söz ver. Sen sözünü bozmazsın."

Ağzı önce itiraz edecek gibi açıldı ama sonra gülümsedi. "Söz," diye mırıldandı. Karşılık olarak ben de gülümsedim. Gülümseyerek yavaşça kendi etrafımda döndüm, jakuzinin içerisindeki su etrafa sıçradı. Ve dans etmeye başladık. Daha önce bir kere ettiğimiz dans gibi değildi. Bu... Dansa yeni bir anlam getirecek kadar özel bir danstı.

5 OCAK

Gözlerimi karanlık bir odada açtım. Yattığım yatakta üstümdeki örtüyü çekerek yavaşça doğruldum. Hava kararmış, odanın içi camdan doluşan ay ışığıyla aydınlanmıştı. Kenardaki komodine koyulmuş saati elime alıp baktım. 12:30. Gecenin anıları aklıma doluşurken, gülümsedim. Suyun sıcaklığı, Poyraz'ın hissettirdiği güvenle beraber orada uyuyakalmıştım. Beni buraya mı getirmişti?

Yataktan kalkıp parmak uçlarımda yürüdükten sonra kapıyı kendime doğru çektim. Beni mavi koltuklar, kırmızı-kahve duvarlar karşıladı. Alt kattaki odalardan birisindeydim. Salonun içerisinde hiç ses çıkarmadan, esneyerek yürüyüp mutfağa geçtim. Pek bir şey göremesem de dolabı bulduktan sonra kapağını açıp baktım...

Hiçbir şey olmadığı gerçeğini üzüntüyle karşıladım. Midem gurulduyor, acilen gidip yemek bulmazsam açlık krizine gireceğimi bağırıyordu. Ne yapmam gerektiğini düşünerek bir süre dikildikten sonra, yolda gelirken gördüğüm sayısız market geldi aklıma. Mutlaka, bir tanesi açık olmalıydı.

Mutfaktan çıkıp salondan geçtim ve villanın kapısını hiç ses çıkarmamak için iki büklüm olarak açtım. Poyraz'ın spor ayakkabılarından birisini ayağıma geçirdim. Benim ayağımda ayakkabıya değil de palete benziyorlardı daha çok. Bana oldukça büyük olan ayakkabılarının içerisinde, hantal hareketlerle yürüdüm.

Patika yoldan geçip sokağa çıktım. Miyop olduğum için gözlerimi kısarak etrafıma baktıktan sonra, ilerideki marketi görüp gülümsedim. Telefonu çıkartıp kabının içinde duran kredi kartımı elime alarak markete doğru yürümeye başladım. Ulaşmama az kalmıştı. Market hemen önümde duruyordu. Oraya gidecek, yemeğimi alacak, sakince Poyraz'ın güvenli kollarına dönecektim. Tabii, her şey plana göre gitseydi.

Arkamda bir tıkırtı duyduğumda tehlike çanları beynimde gürültüyle çalmıştı. Bunca olayın içinde bulunduğumda neyin bir kedinin tıkırtısı, neyin ürkütücü bir ayak sesi olduğunu ayırt edebilmeye başlamıştım. Daha bir adım bile atamadan, birisinin eli, parmaklarıyla sıkıca kavradığı bezi ağzıma kapatmak suretiyle yüzüme yapıştı.

Bağırmaya çalışmıştım. Poyraz'a seslenmeye çalışmıştım. Hareket etmeye, uyumamaya, kısık bile olsa bir ses çıkarmaya. Ama yapamamıştım. Gözlerim bana ihanet ederek kapanmış, derin, karanlık bir uyku benliğimi içerisine çekmişti.

***

Gözlerimi, başımdaki ağrı yüzünden zorlanarak açtım. İnleyerek ellerimi kafama götürdüm. Geri çektiğimde parmaklarımda ıslak, akışkan kan vardı. Sırtüstü yattığım yerde zorlukla yana döndüm. Ağzımın içine dolmuş tozu ve toprağı tükürdükten sonra, uzunca bir süre öksürdüm. Nefes almakta zorluk çekiyordum.

Ciğerlerime zorlukla hava doldurabildikten sonra, ellerimi iki yanıma koyup ayağa kalkmaya çalıştım. Elime değen şeyin toprak olduğunu bir süre sonra fark edebilmiştim. Vücudumda hiç tanımadığım, tuhaf bir ağırlık vardı. Ayağa kalkmaya çalışırken sendeleyip elimle düşüşümü durdurdum. Tekrar doğrulmayı denerken, gözlerim bulanık görüyor, kulaklarım çınlıyor ve uğulduyordu.

Ayağa kalkmayı başardım. Çıplak ayaklarım toprağa temas ediyordu. Görüntü sürekli titriyordu, bir türlü önümü tam göremiyordum. Sabahtan beri etrafımı sardığını fark ettiğim şeyin teller olduğunu anlamam uzun zamanımı aldı. Dikenli, içinde bulunduğum arazinin etrafını dört yandan kapayan teller. Öksürmeye devam ettim. Ellerim toz yüzünden bembeyaz olmuş, kafamdaki kan ile damla damla kırmızıya boyanmıştı.

Gözlerimi kısarak tellerin üstündeki yazıyı okumaya çalıştım. Özel Mülk. Yaklaşmayın. Tehlikeli. Bunun ne anlama geldiğini beynim algılamıyordu. Zihnimin önüne çekilen sis, beni arka planda tutarak kendime ulaşmamı engelliyordu.

Sarsak, dengesiz bir adım attıktan sonra gözlerimi kapatıp yutkundum. Tüm dünyam dönüyordu. Yutkunurken, boğazımda ilacı andıran, korkunç bir tat oluşuyordu. Etrafımı görmeye çalışarak yürüdüm. Kendi etrafıma dönerek çevreme baktım. Hiçbir şey yoktu. Karanlık, toprak bir arazi.

Küçük bir bip sesi zihnimdeki pusu delerek kulaklarıma ulaştığında, geldiği yere bakmak için gözlerimi aşağı çevirdim. İşte korku hissi o anda kalbimi sıkıştırmaya, midemi bulandırmaya başladı. Kusma isteğimi zar zor tutarak önümdeki korkunç manzaraya baktım.

Yerler... Patlayıcılarla doluydu. Kırmızı ışıkları yanan, sayaçları belli dakikalara ayarlanmış halde bekleyen patlayıcılar. Arkama doğru dengesiz bir adım attım. Kendime gelemesem de içimden bir ses acilen buradan uzaklaşmamı fısıldıyordu. Geriye doğru bir adım daha sendeledim. Ve o anda, içimi tırmalıyormuş gibi gelen o ses kulağıma doldu.

Ne olduğunu tam olarak anlayamasam da gözlerim dolmuş, toz ve toprakla kaplı yanaklarımdan aşağı akmaya başlamıştı. Acı bir inleme kaçtı ağzımdan. Titreyen ellerimle, kendimi zorlayarak aşağı baktım. Yerdeki tuzaklardan, ağırlık kontrollü patlayıcılardan birisinin üstüne basmıştım. Sayaç çalışıyordu.

4:00

3:59

Kıpırdamamın bile mümkün olmadığı bu noktada, en fazla dört dakika içerisinde ölecektim.

DEVRİM- Erkek Lisesinde Tek KızWhere stories live. Discover now