8

200 20 1
                                    

Bir hafta olmuştu, koskoca yedi gün. Dün gece uyanmıştı Aybüke,  ki zaten uyandığı gibi uyumuştu. Mert her zamanki gibi kapısının önünden ayrılmamıştı, ihtiyaçlarını timdekiler getirip götürüyordu. Laboratuvara gönderdilen maddeden ise hâlâ tam bir sonuç çıkmamıştı ancak Mert'in doktordan aldığı bilgiye göre hayati tehlikesi yoktu.

Mert bu yedi gün içersinde sadece bir kere hasteneden ayrılmıştı. O da Aybüke'ye bunları yapanların cezasını kesmek için. Hastenedeki üçüncü gününde depoya gidip önce her birinin kafasını soğuk suda bekletmişti ardından Aybüke'ye dokundukları için hepsinin teker teker yavasça parmaklarını kesmişti, arından Aybüke'ye baktıkları için her birinin gözünü yanıcı maddeyle yakmıştı. Bir saat onların bu halini izledikten sonra da kafalarına sıkıp tekrar hastaneye gitmişti.

Mert Aybüke'nin, Haktan ise Ekin'in kapısından ayrılmamıştı. Ekin ve Aybüke'nin ise birbirlerinden haberi yoktu, eğer öğrenselerdi anında kalkıp birbirlerinin yanına gitmek isterlerdi çünkü.

Odaya girmek çok istiyordu Mert ama hâlâ tek bir adım atmasına izin yoktu. En azından uyandığını ve tehlikesinin olmadığını bilmek ona iyi gelmişti. Kolundaki saate baktı, saat gece on bir buçuktu. Artık zaman kavramını yitirecekti.

"Komutanım, kahve için." Yağız elindeki karton bardağı Mert'e uzatarak yanına oturdu.

"Söyledim mi hatırlamiyorum ama Ekin iyiymiş. Dört gündür odada dinlendiriyorlarmış, doktorlar haftaya kaldığı yerden devam edebilir demiş."

Başını salladı Mert. Gözleri zar zor açık duruyordu.

"Komutanım diyorum ki, siz acaba artık eve mi gitseniz? Zaten Aybüke Hanım da sağlıklıymış. Bir sorun kalmadı bence."

"Hayır."

"Haktan komutanım bile neşelendi komutanım, siz de bir kendize geli artık. Bu halde odaya girseniz Aybüke Hanım üzülmez mi?"

"Üzülmesin."

Sustu Yağız, inat etmenin anlamı yoktu. Ardından yanlarına bir hemşire geldi.

"Hastanın kontrollerini yapacağım, uyanırsa ve bir sorun yoksa görebilirsiniz. Ancak çok yormayın."

Tüm yorgunluğunu boş vererek hızla ayağa kalktı Mert. Odanın camına ilerleyip Aybüke'yi izledi. Hemşire serumu falan kontrol ederken Aybüke'nin gözleri aralandı.

"Uyandı, uyandı,uyandı." Tüm yorgunluğu gitmişti. Yağız ise en sonunda komutanını böyle görmenin sevincini yaşadı içinden.

Beş dakika sonra hemşire çıktı, Aybüke boş boş etrafa bakıyordu.

"Dediğim gibi yormayın, bir kişi."  Hemşire giderken Mert hızla odaya girdi. Ama ilk adımından itibaren içini kemiren suçluluk duygusu ortaya çıkmıştı, her şey onun suçuydu adeta.

"Mert?"

Aybüke'ye doğru ilerledi yavaşça.

"Aybüke, nasıl hissediyorsun?"

"Gelmeyeceksin diye çok korktum. Bir daha seni göremeyeceğim diye çok korktum." Sesi sakindi, boğuktu.

Sedyenin yanında çömeldi, gözleri Aybüke'nin dolu gözlerinin içine bakıyordu. Kalın eli buz gibi soğuk, bembeyaz minik eli kavradı. Zaten beyaz olan teni, şimdi daha bir beyazdı.

"Özür dilerim, bilemedim böyle olacağını. Korumam gerekirdi, daha erken gelmeliydim biliyorum ama affet."

"Senin suçun yok özür dileme." Avuç içindeki parmağı kavradı o da.

KURŞUNWhere stories live. Discover now