Jüpiter

1 0 0
                                    

(Bu yazı kitaptan bağımsız bir karakter hakkında.)

Aziz Vasiliy Manastırı'nın başarılı öğrencisi, Aziz Vasiliy Ortodox Kilisesinin en genç cincisi tarafından anlatılmıştır.

Hayatımda elime kalem kağıt almamış bir adam olarak yazmak ne kadar doğru bilmiyorum, ancak bir yerden başlamam gerek. Arkamda bir şey bırakmak istiyorum çünkü. Belki birine ulaşır bu elyazım, sobayı yakar bu kağıtla.
Kimim ben? Jüpiter Rekav. 27'ye gün sayıyorum. 21 Ocak 1996'da Rusya - Tazovskii'de doğdum. Duymamanız normal, çok insan yoktur memlekette. Şimdi düşündüm de, zamanın modern okullarından da yoktu. Manastırlar ve kiliseler, "şehrin" girişinde rafları bomboş olan Eski bir market, 25 adım ilerisinde muhtarın görkemli evi, birkaç metre sonrası ise köy işte. Orada doğmuşum, doğduğum ev biraz tuhaf. Muhtarın evinden de görkemli bir yer, içi de şehir evi gibi. Elektrik bağlanmış. Etrafta fotoğraflar var. Güzel bir ev, ancak ne zaman girsem burnum kanıyor. Başım dönüyor. Galiba evebeynlerim olan bir çiftin portresini buldum. Eğer doğruysa, annem çok güzel bir kadın. Ona çok benziyorum. Saç ve göz rengim, dudak yapım... DNA testine gerek yok kan bağımızın olduğunu anlamak için. Babamsa... O da yakışıklı, karizmatik adam. Tipik St. Petersburg askerleri gibi giyinmiş, nişanları sıralamış üniformasına. Bakışları çok keskin. Gözlerimi annemden almış olsam da göz şeklim babama ait. Bir çocuk odası gördüm. Kimlik adım vardı kapıda. İçeri girdiğimde tuhaf bir şey fark ettim. Bu ev senelerdir kimse tarafından kullanılmasa da, Beşiğin ucundan kan damlıyordu. Beşik kan içindeydi direkt. Camlar kapalıydı. Odanın kapısına tuz serpilmişti. Odada sayamayacağım kadar haç asılıydı. Eve girdiğimden beri başlayan burun kanamam odada kesildi. Kendime geldim. Çıktığımda tekrar başladı. Devasa bir kütüphane vardı, harfi harfine sıralanmıştı yazarlar. Sadece Rus edebiyatı ve halk öyküleri yoktu. Dünyanın her yerinden bir ton yazar vardı. Kütüphanenin balkonu ise teras gibiydi. Evden çıktığımda tüm enerjim gitse de yeniden geleceğim kesin zaten.
Bu evi hatırlamıyorum. 4 yaşında Aziz Vasiliy Manastırı'na bırakıldım, ailemden o gündür haber alınamıyor. Ben 11 yaşındayken ölü ilan edildiler. O Manastır... Hayatımın en kötü 12 senesiydi. Bir tarikata aitti, tarikatçılar da aşırı dindardı. (Manastır 2 bölüme ayrılmıştı, kızlar ve erkeklerin bölümünün ayrıldığı yere sonradan duvar örmüşlerdi.) Kimse onlar için yeterli değildi, ancak kilisenin başrahibi beni çok severdi. Diğer çocuklar benimle oynamazken o yanıma gelir, benimle oynardı. Odasında kalırdım, yatağında yatardım. 2 yıl sürdü bu, öldürüldü adam. Tabii ki beni suçlayacak kadar aptal değillerdi. Yeni bir başrahip geldi başa. 6 yaşındaydım. Orada dini eğitimden önce cinselliği öğrendim, dokunmayan kalmadı bana. Tepki vermedim, sonuçta yaşamam lazımdı. Kurallara uydum, İncil'i baştan sona ezberledim. Suyu kutsayacak kadar ilerledim. Ancak resmi bir cinci olursam bu kiliseden çıkamazdım. 16 yaşında bu 12 senelik işkenceye son verip kaçtım. Ohotsk'a gittim.
  Orada da bir manastıra gittim. Burası... çok daha iyiydi. En azından kızları ve erkekleri 20cm'lik bir duvarla ayırmıyorlardı. Rahipler normal insanlardı. Oradaki çocuklar baya zorbaydı, ancak bana bir şey yapamıyorlardı. Onlardan çok daha güçlüydüm. Uzamam dursa da kendimi savunmayı Tazovskii'de öğrenmiştim. Oradaki başrahip... gençti. 20 yaşlarındaydı. Ona aşık değildim, ancak bağlandım. Kalbimde bir yer edinmişti. Kendisi çok da ciddi biri değildi. Ancak 20 yaşında 1.80 boyu vardı. Karizmatik adamdı, saçları kopkoyu bir kızıldı. Gözleri nereden bakarsanız bakın parlardı. Gece onun dışarı çıktığını fark ettim. O da sevmişti beni. Bana öğrenmek istemediğim şeyleri öğretti. Önce kendi sigarasından içirdi, sonra onunla gece dışarı çıktık. Bir klübe geldik. Çok fazla insan vardı ve çok güzel giyiniyorlardı, ilk defa orda şarap içtim. Sonra her gün çıktık, onun yanında ben de eğlendim. Ne kadar iyiydi bilmiyorum. Daha sonra o gitti. Tek gecede Ohotsk'dan Alaska'ya geçti. Oradan da Amerika'ya. Beni Başrahip yapmayı teklif ettiler. Kabul etmedim ve normal bir cinci olarak hayatıma devam ettim. İnsanların evindeki, ruhundaki, zihnindeki ve çocuklarındaki şeytanı gayet sakince çıkarttım. 2 sene böyle gezdim. Eski başrahip, yani Zakhar'dan bir mektup geldi. Beni yanına çağırıyordu. İlk uçakla Amerika'ya gittim. Adrese gittiğimde kapı açıktı, seslendim. İçeri çağırdı beni. Elime bir çakı verdi. Kaliteliydi.
  "Jüpiter, ruhumu temizleyebilecek adam aradım yıllarca. Artık çok geç, yaklaşıyorlar. Onların elinden olacağına kardeşimin elinden olsun ölümüm..."
  Afalladım, Jüpiter benim adım değildi. Ohotsk'da bana Jüpiter derdi ama, benim de hoşuma giderdi. Çakıyı tuttuğum elimi tuttu, beni alnımdan öptü. Anlayamadım ne olduğunu, elimi kavradığı gibi kendine çekti, çakıyı tam kalbine sapladı. Ne olduğunu anlamadım, ağladım saatlerce. Polisi aradım, aksanımdan ne kadar anlaşıldı bilmiyordum ama katil bendim. Biraz daha araştırma yaptırdıklarında beni rehabilitasyon merkezine gönderdiler. Oradaki adam... Tanrı onu korusun, Aziz Vasiliy Manastırı'nın ilk Başrahibinin oğluydu. Beni beladan kurtardı. Adımı değiştirdim. Mihayl ismi bende ölmüştü, Zakhar'ın bana verdiği adı kullandım; Jüpiter Ulyetov.
  Hayatımın bu tuhaf olaylardan sonra nasıl etkilendiğini anlatamam. Eyalette fazlasıyla bilinen ve güvenilen bir cinci olmama rağmen bardan çıkmazdım. Sırtım başkasının yatağına her değdiğinde gözlerim kararırdı. Bir cinci olarak yapmamam gereken her şeyi yaptım.
Yavaş yavaş Zakhar'a dönüştüm. Onun için ölüm kolaydı en başından, onu öldürebilecek biri vardı. Ne kadar her gün başka evden çıksam da, her pazar kilisede ağlaya ağlaya günah çıkartırdım. Değişeceğime yeminler ettim. Pazartesi yine bardaydım. Uyuşturucuya bile başladım bir ara, ancak hoşuma gitmedi. Fazla ağır geldi diyelim. Ciğerlerimi mahvettim.
Ciğerlerimle beraber kalbim de yavaş yavaş çürüdü. Eskiden pişman hissederdim en azından, artık o da kalmadı. Eğlenmeye başladım. Siktir, bir yeri atlamışım. Hızlıca anlatıyorum, doğduğumdan beri kalbimde bir rahatsızlık var. Çarpıntı yapıyor sürekli. Ameliyatla düzeleceğini sanan aptal tarikatçılar ameliyat etti beni. Sikik herif, bıçağı yıkamayı reddettiği için birkaç kez iltihaplandı, dikişler her sene patladı. En azından sadece derimdeki dikiş patlıyor. Kalbimdeki patladığı an ölürüm.
  Bunu yazmadan birkaç gün önce Zakhar'ın mezarına gittim. Dua okudum, mezarın etrafına tuz serpip mezar taşına yaslandım. Ruhunu görüyordum. Benden utandığını söyledi. Kendi düşüncelerimden daha net duydum sesini. Ağladım, ne yapacağım? Ruhunu kovamam sonuçta. Mezarlığa Zakhar için gidiyorum, yoksa cinci olarak mezarlığa gitmek yorucu. Herkesi görüyorsun orada, kimisi ziyaretçilerin başını okşuyor, kimisi ağlıyor, kimisi çiçeklere bakıyor... burnumu kanatmayı sevmiyorum.

Şimdi anlıyorum ne istediğimi, ben sadece tişörtümle beraber bir adamın yatağında uyanmak istiyorum. Normal bir insan gibi yaşamak... Kendimi dine adarsam kafayı yerim. Sonra kendimi asarım, ölmezsem tımarhaneye. Onunla mı uğraşacağım bir de?

  Bu kısmı 2 hafta sonrasında yazıyorum. Galiba olmayacak benden. Kendi hayatımı kendi ellerimle mahvettim. Kim okudu, kim okuyacak bilmiyorum ancak... Gözünüzde büyüttüğünüz, idölünüz olan o insanların hayatları o kadar da güzel olmuyormuş. Geç öğrendim. Geri dönüşüm yok.

3. Kez doğmamak niyetiyle, Jüpiter Ulyetov.

(1003)

Writingsحيث تعيش القصص. اكتشف الآن