двадцать

1.6K 215 107
                                    

Gece yarısıydı. Bizimkiler beni okulun karşısındaki gençlik parkına çağırmış, tüm ısrarlarına rağmen üzülerek reddetmiştim. Şimdiyse oradan azıcık uzakta, doğrusu karanlık bir bankta oturmuş, arkadaşlarımı izliyordum.

6 kişi epey eğleniyor gibilerdi. Jeongin ve Hyunjin şu an her ne kadar sarmaş dolaş görünseler de anlamadığım bir şey vardı. Bu ilişki bana çok tuhaftı.

Gözümde bir türlü tamamlanmayan bu ikili, yapmacık hareketler sergilerken hala tekerlekli sandalye kullandığını düşündüğüm Felix çoktan ayaklanmıştı. Hatta turp gibi görünüyordu.

Elindeki tuzlu kurabiyeyi Felix'in ağzına tıkan Changbin, bence içimizdeki en dürüst insandı. O kadar aptaldı ki ne konuştuğundan bir haber takılıyordu ya da bilerek salak ayağına yatıyordu. Emin değildim.

Grubumuzun en çok takdir toplayan kişisi Seungmin ise dizlerine uzanmış Chan'ın saçlarını okşarken epey ciddiydi. Önemli bir şey vardı sanki.

Nereden çantama girdiğini anlamadığım sigaramdan bitirici bir duman alıp ayağımın ucunda söndürdükten sonra, siktiğimin telefonunu cebimden çıkardım.

Evet, artık arkadaşlarıma olan güvenim epey azalmıştı. Bu yüzden hayatımı alt üst eden kişi, eğer onlardan biriyse gözlerimin önünde telefonu çalacak ve ben saatlerdir beklediğim bu dandik mekandan çıkıp ona doğru atılacaktım.

Ellerimin titriyor oluşuna ağlamak istesem bile sakin olmak zorundaydım. Onları bu kadar seviyor olamazdım, değil mi? Sonuçta okul bittiğinde herkes dağılıp gidecekti. Bunun bugün olması hiçbir şeyi değiştirmemeliydi.

Ekrana birden tıkladığımda soluk alışverişim değişti, kalbime ilginç, ruhumu sıkıp burnumu sızlatacak bir ağrı saplandı. Gözlerim masanın üstündeki telefonlarda gezinirken kimsede bir hareketlilik yoktu.

Israrla kapatmadığım hattan hiçbir cevap gelmemişti. Oysa küfür etmek için aradığım her gün özellikle açıyordu orospu çocuğu. Sanırım bu gece bana garezi vardı.

"Aç hadi şu telefonu. Aç, nolur."

Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen, daha sonra tekrar deneyiniz.

Pekala. Bu aradığım kişinin arkadaşlarımdan birisi olduğunu kanıtlar mıydı yoksa inkar mı ederdi? Gözlerim ince bir çizgi halini aldığında gülümsemeden edemedim. Kafam inanılmaz karışıktı.

Kalkıp eve gitmeye karar verdiğim sırada telefonum titremiş, beceriksiz hareketlerle ekranı açmıştım. Bir tane bildirimim vardı.

"Noldu? Beni çok mu özledin?"

Hala taşşak geçiyordu. Ona cevap vermeyecektim. Telefonu elinde olduğuna göre bu aramaya cevap vermesi lazımdı. Yeni bir arama daha gönderdiğimde beklediğim yanıtı alamamıştım yine.

Bizimkiler oturduğu yerden kalkmak için hareketlendiğinde telefonu kapatıp cebime sıkıştırdım. Onları gizlice dinlemek istiyordum. Bu aptalın bana cevap vermesinden çok daha önemliydi benim için.

"Sana yeterince yardımcı oluyoruz zaten."

İlk konuşan Seungmin'di. "Daha fazlasına ihtiyacımız olduğunun farkında değil misiniz?" Hyunjin'i en iyi tanıyan insan olarak onun gerginliğini görebiliyordum. Buna ise çok nadir denk gelirdik zaten.

"Ne yapmamızı istiyorsun?"

"Onu göndermeliyiz. Daha fazlası büyük sorunlara yol açacak ve siz buna dayanabileceğinizi mi sanıyorsunuz?"

"Belki de sadece ölmesi gerekiyordur. Bir an önce."

•••

"Ne bu halin?"

Sarındığım kabanı evin bir köşesine fırlattıktan sonra karşımdaki adamın daha fazla konuşmasını istemiyordum. "Minho, canım çok acıyor."

"Gerçekten çocuk gibi ağlayacak mısın sen?"

Şaşkın olduğunu yüz ifadesini görmeden anlayacak kadar onu tanıyor sayılırdım. Eve gitmek için yeterince iyi hissetmediğimden Minho'yu arayıp beni almasını istemiş ve kendimi o sıcacık kolları arasında bulmuştum. "İnanılmaz kokuyorsun."

"Ne?"

"Huzur gibi kokuyorsun Minho."

Ayaklarım yerden kesildiğinde aklımı kaçırdığımı düşünüyordum fakat Minho, çok geçmeden beni bebeği gibi kucağına almıştı. Yanında güvende hissettiğim tek kişi oydu ve şimdi boynunu dünyanın en güzel kokusu buradaymışcasına koklarken kocaman gülümsedim.

"Daha fazla ağlarsan seni ilk önce banyoya götürürüm. Gecenin bu saatinde soğuk suyun altında donmak istemezsin sanırım. De mi yavrum?"

"Ağlamıyorum." Suratını bu pozisyondan görmek, yanakları ve ördekleri andıran dudaklarıyla, inanılmaz tatlı görünüyordu. "Çok güzelsiniz Bay Lee."

"Sanırım bana olan aşkını itiraf etmek için beni yanına çağırdın."

"Sana aşık olduğumu zaten biliyordun."

Odası olduğunu tahmin ettiğim yere geldiğimizde beni kucağından indireceğini düşünüyordum fakat öyle yapmadı. Dirseğiyle lambayı açtıktan sonra koca bir yatağın üstüne bırakmıştı. "Bana bak, sen artık çocuk değilsin." Fakat ben hep Minho'nun bebeği olmak istiyordum. Bunu ona söylemeli miydim ki?

"Değilim ama-"

"Ama diye bir şey yok. Nasıl kararlar alırsan al, arkandayım. Ben seni koruyup en çok seni seveceğim."

Sertçe yutkundum. Bu adam böyle konuşmaya devam ederse uzun zamandır zincire vurduğum cinsel dürtülerimi çözmem çok yakın görünüyordu. Bunu uzun parmakları yanaklarımı okşayıp boğazımından usulca geçtiğinde tekrar düşünmüştüm.

Yapma. Bağımlılığım olmak istemeyeceksin.

"Jisung?"

"Yatak odanda kamera yok, değil mi?"

"Ne?"

Gömleğimin düğmelerini tek tek açıp üstümdeki kumaş parçasından kurtulduğumda derin bir nefes aldım. İçim fokur fokur kaynıyor, bacaklarım onun kasıklarının arasında titremek için can atıyordu. Pişman olmayacaktım. Onunla yaşayacağım hiçbir şey bu gece beni pişman etmezdi.

"Gözlerimin içine öyle bakmayı kes. Yanıma gelip beni kucağınızdayken gecenin en şanslı bebeği yapın, öğretmenim."

••••

Sakın, böyle anlamsız yorumlar falan yapmayın. Beni kriz geçirtmeyin. Sonradan bu bölümü silmek istemiyorum, teşekkürler.

obsessed, minsungOù les histoires vivent. Découvrez maintenant