bilinmezliğin çocukça saflığı

226 23 71
                                    

ruhum kılık değiştiriyordu şimdilerde, yalnızca başka birisi olmak içindi belki de. eğer uyanabilirse en kötüsü olmak için kendisiyle tartışıyor, kendi benliği ile çelişebilmek için çırpınıyordu fakat ruhum bedenime hapsolmuştu ve ben sonunda kaybolmuştum.

yüzüme çarpan gün ışığı kapalı gözlerimi acıttı, başımın altında hissettiğim hareketlenme gözlerimi yavaşça açmamı sağladı. göz çapaklarımın bulanıklaştırdığı görüşüme rağmen sabah güneşinin onun sanki bir kalem ile çizilmiş gibi olan çatlamış dudaklarına çarptığı, çenesinden yol alıp yanaklarını parlattığı ve uzun kirpiklerinin göz altlarına düştüğü yakışıklı suratını gördüm. kollarını göğsünde birleştirmiş, kafasını hafifçe koltuğa yan yatırmış uyuyordu. dün uyuyakaldığım gibi hâlâ aynı yerde olduğumuzu fark ettim.

Minho yerinde birkaç kez kıpırdandı. elimde olabilseydi bu suratı saatlerce izlemek isterdim fakat çok fazla ağrı çekecekti. hiç rahat bir pozisyonda değildi, tüm gece bu şekilde uyumuş olması beni endişelendirdi bu yüzden yattığım dizinden doğruldum. ona seslenecektim fakat dizinden kalktığım gibi gözlerini kırpıştırdı, hafifçe araladı. "günaydın," dedi gülümseyerek. "gidiyor musun?" diye sordu. yüz ifadesi hemencecik değişmişti.

ben duvar saatine bakarken o da dikleşti. birkaç kere boynunu eğip sırtını gerdi. "neden uyandırmadın ki beni?" diye sordum oturduğum koltukta bağdaş kurarken. o ise beni cevapsız bırakmayı tercih edip gülümsedi. bağdaş pozisyonum bacaklarımı ağrıttığı için ayaklarımı koltuktan sarkıtıp "saat çoktan 11 olmuş bile," dedim. "Minji çoktan eve gelmiştir, gitsem iyi olur."

"o zaman," koltuğa geri yaslandı, başını koltuğun sırtına koyup yutkunduktan sonra bakışlarını bana çevirdi. gözlerime bakıyordu. "kahvaltı sözünü almanın tam sırası."

kendi söylediğine alayla kıkırdadı. dudaklarımı birbirine bastırıp başımı eğdim. çünkü utanmıştım. onu öperken bile utanmayan -o süre zarfında içimde dönüp duran sesleri bilseydiniz bu dediğime gülerdiniz- ben hareketlerine ve söylediklerine utanmıştım. hayatım boyunca ilk kez bunu yaşayınca da fark ettim kilometrelerce koşmuş gibi atan kalbimin neden böyle olduğunu.

ben japon bir beyefendiden delicesine hoşlanıyordum.

"evet, evet," diye mırıldandım. sırıtmama engel olamıyordum. "rahat uyudun mu?" diye sordu o da. "çok."

sesli bir kahkaha attı. "haha! ben çok çok rahat uyudum."

farkındalığımız her yaşta farklıdır. benim bu yaşımdaki farkındalıklarım ise alışkanlıklarımla olmuştu. bunu da bu yaşta fark ediyorum çünkü benim için alışkanlıklarımdan kopmak demek güncel bir terim olan konfor alanımı bulmak demekti. onun yanındayken hiçbir şekilde sırıtmama engel olamıyorum, göğüs kafesimi ağrıtacak derecede atan kalbime ses geçiremiyorum. sürekli onunla vakit geçirmek istiyorum, o yakışıklı yüzünü saatlerce izlemek istiyorum, elimi tutsun istiyorum, elini tutmak istiyorum. bazense kendimi onunla beraber gün batımını izlediğimi hayal ederken buluyorum.

alanımı buldum. konforumu buldum.

"artık gitsem iyi olacak, Minji henüz kahvaltı yapmamıştır."

——

"Minji, ben geldim!" diyerek yüksek bir ses tonuyla seslendim eve girerken.

beklemediğim şey ise masada otururken Minji'nin babamın yanında sessizce gözyaşı dökmeden ağlıyor olmasıydı. hüzünlüce bakıyordu, biliyordum ağlıyordu fakat gözyaşına dair tek bir damla bile yoktu suratında, çünkü Minji bizim yanımızda ağlamaktan nefret ederdi. üzerime çöken o yorgunluğu anında hissettim, hep olduğu gibi sıkıca boğazıma dolanan elleri de.

kırık düşler bulvarıWhere stories live. Discover now