garip bir histi, freud olsa gülerdi

256 28 52
                                    

cuma, 17.47. o günden sonra sabahları onu görmedim.

"pazartesi ingilizce sınavım var," diye mırıldanıverdi ağzının içinde Minji. onu sınava hazırlamamı isteyeceğini biliyordum. bu yüzden yeterince çekingen bir ses tonuyla konuştu, çünkü onu azarlayacağımdan oldukça emindi. ama umursamayıp hazırladığım yemeği önüne bıraktım ve karşısına oturdum.

"beni çalıştırır mısın?"

sessiz kaldım bir süre.

"tamam." kendimden gerçekten nefret ediyorum.

bu kıza daha fazla katlanamayacağımı bildiğim için "yemeğini bitirince bulaşıkları yıka, eğer yıkamazsan çalıştırmam." diyerek kalktım ve omuz silkmesini görmezden gelerek işe gitmek için evden çıktım.

hafiften kararan hava çiselemeye başlayınca adımlarımı hızlandırdım, kot ceketimin şapkasını başıma taktığımda sokaktan geçen arabanın farı gözlerimi acıttı. "hyunjin!" seslenen çocuklara dönüp bakmadım bile, mahallenin serserileri. beni arkadaşları zannediyorlar fakat hiçbiriyle muhabbetim yok.

kimseden bir şey beklemeyip kimseye bel bağlamam çünkü ben. gönlümü şaşırmamaya alıştırdım ki kendimi koruyabileyim. ama yine de, herkesten her şeyi beklerim.

japon bir beyefendi gibi asık, kaba suratlı birinden; incecik, nezaketle süzülen bir düşünce beni ele geçirdi geçen hafta, "beklemezdim." dedim kendime; yüzüm kızardı. mekâna gelen herkes gibi güler yüzlü birinden; gözlerinin içine bakarken yardımsız bırakıldım çoğu zaman, "yine bekleriz,"ler oldu bazen yalandan. çünkü hayat olması gerektiği gibi, olması gerektiği yere (kadar) gider. benim içinse en güzel senaryo Tanrı tarafından çoktan yazılmıştır.

Calle Ocho'ya girdiğim gibi kulaklarımı dolduran heaven knows i'm miserable now melodisi ve başlayan yağmurdan son anda kurtulmam gülümsememe sebep oldu. şimdiyse sıra; Jisung'a selam vermekte, üzerimi değiştirmekte, tezgâha geçmekte, gelen iyi-kötü bütün müşterileri güler bir yüzle selamlamakta; onlara hizmet etmekte ve Yamazaki'yi beklemekteydi. sıra hafta içi boyunca yaptığım her şeyi tekrar yapmaktaydı.

soyunma odasından çıktığım gibi karşıma çıkan Jisung bana sarıldı. her gün birbirimizi görüyoruz ve samimiyetimiz zirvede ancak bana sarılmaktan asla vazgeçmiyordu, bende her seferinde mecburen ona karşılık veriyordum.

"hoş geldin," dedi güler yüzle. Jisung sayesinde çoğu zaman bir müşteri gibi hissediyordum. "bugün de çok sakin." diyerek bıkkınlıkla ofladı. çoğu zaman, hatta her zaman; ikimiz de barın sakin olmasından şikayetlendirdik, her ne kadar gelen müşteriler boktan kişiler olsa da. sonuçta, biricik dostumun biricik sevgilisi para kazanmalıydı. (bunlar tamamen Jisung'un sözleri, benim şikayetçi olduğum falan yok.)

"yine olduğu gibi," diyerek geçiştirdim Jisung'u. gözlerini pörtleterek yanaklarını şişirdi. garip sesler çıkartmaya başladığında ondan kurtulmak için gelen tanıdık yüzlere doğru ilerledim.

sakin bir yer olduğumuz gibi devamlı müşterilerimiz de çoktu: Changbin ve Felix. sürekli buraya geldikleri için samimiyetimiz vardı, biraz. ikisinin de bu hayattaki amacı ne bilmiyordum -sanırım ikisi de üniversiteden sonra iş bulamadı- fakat her akşam burada oluyorlardı. ilişkilerini deli gibi kıskanıyordum. bakın, gerçekten. bir insan içkisini bile kendi elleriyle sevgilisine içirebilir mi? Changbin, Felix'e karşı o kadar zarif ve nazik birisi ki, onları bu tezgâhın karşısında otururlarken her gördüğümde içim eriyor, Felix'in ne kadar şanslı birisi olduğunu düşünüyorum.

kırık düşler bulvarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin