nöbetçi öğretmen, Y.M

260 31 41
                                    

japon bir beyefendiyi düşünerek ve her saatimi onun Calle Ocho'ya gelmesini dileyerek harcadığım haftasonu, geçip gitti. ve bitti. ancak ne ben onu kafamdan atabildim, ne de o Calle Ocho'ya bir kez daha geldi.

şimdiyse pazartesi, 08.00. kahvaltı hazırlama, Minji'yi uyandırma ve onu okula bırakma vakti. eve geldikten sonra da akşam 17.00'a kadar uyuyup işe gitmek var.

kendisi de uyanabilir, kendisi de kahvaltısını hazırlayabilir ve kendisi de okula gidebilir. hepsini biliyordum, hepsinin farkındaydım. fakat kendisi işe yaramaz ve sorumsuzun teki olduğu için bunları yapmak yine bana düşüyordu. ayrıca serserilerle dolu bir yerde yaşadığımızı göz önünde bulundurursak, onu tek başına okula gönderme fikri de pek de akıl kârı değildi.

hazırladığım iki lokmalık -elimden anca bu geliyor- kahvaltıdan sonra Minji'yi uyandırmak için direkt odasına daldım ve kafasının altından yastığını çekip yorganını kaldırdım. normalde sadece kapıyı tıklatmamla bile uyanacak kadar hafif bir uykusu vardı, benim gibi, ama yine de onun hayatımı mahvetmesine karşılık her seferinde bu şekilde uyandırırım ve bundan delicesine zevk alırım.

uyandığı gibi doğruldu. dağılmış siyah kâküllerini düzeltip dudağının kenarından akan salyaları kolunun tersiyle silince yüzümü buruşturup "iğrençsin. kalk bir elini yüzünü yıka." dedim. bana göz devirip yataktan kalktı ve lavaboya ilerledi. onun arkasından "dişlerini de fırçalayıp kahvaltıya in." diyerek yatağını topladım ve odadan çıktım.

mutfağa indiğimde çoktan masaya oturmuş telefonundan video izleyerek gevreğini yiyordu. karşısına oturduğumda telefonunu alıp kapattım. kendisi -bunun gibi şeylerden- ağabey terörü olarak bahsetse de, eğer ben telefonunu almasaydım saatlerce oyalanacaktı ve geç kalacaktık.

"ne yapıyorsun ya?" dedi ben masadaki sigara paketimden bir dal alıp dudaklarımın arasına yerleştirirken. "kes sesini." deyip sigaramı yakınca "bari sabah sabah şunu içmesen olmuyor, değil mi?" dedi bu sefer.

"sana kes sesini dedim, değil mi?"

başını eğip "özür dilerim." diye mırıldandı ve sustu.

sadece iki nefes alabildiğim sigara, iki yudum aldığım kahvem gibi midemi altüst ederken bir küfür savurup sigarayı söndürdüm ve üstümü değiştirmek adına ayaklandım. odama ilerlerken de Minji'ye dönerek konuştum. "kapıda bekliyor olacağım, gelirsin,"

——

sonbaharın esintisi kot ceketimin eteklerini, Minji'nin de uzun saçlarını uçuştururken bana dönüp kolumu tuttu ve "hâlâ vaktimiz var, istersen okulun köşesindeki kafede bir şeyler ye. ben de sana eşlik ederim." dedi. "ben kahvaltımı zaten yaptım." deyiverdim kolumu ondan kurtarınca.

Minji, -okulunun bulunduğu- 8. cadde; yazılı tabelayı ve kız arkadaşı Hyojin'i gördüğü gibi onun yanına koşarken, "çantanı unuttun, aptal!" diye bağırdım arkasından. yarıladığı yoldan dönüp yanıma gelince tek kolumda asılı olan çantasını aldı ve hızlı adımlarla arkadaşının yanına ulaştı. arkadaşı beni görüp el sallarken ben de ona el sallamıştım ve boynumda asılı olan kulaklığımı kulaklarıma yerleştirip eve geri dönmek için ilerleyecektim.

minik tatlı sohbetimin olduğu beyefendiyi, kolunun altındaki birkaç kitap ile; cadde köşesinde sigarasını yakmaya çalışırken görene kadar.

onu fark ettiğim gibi bir anda dudaklarımda beliren, kontrol edemediğim tebessümüm şimdiden yanaklarımı ağrıttı, midem; bana altüst oluşunu tekrar ve tekrar iliklerime kadar hissettirdi. fakat bu, sabahki gibi bir ağrı değildi. kendime açıklayamadığım şeyler vardı.

kırık düşler bulvarıजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें