2

798 14 0
                                    

İki hafta önce

Ev işlerini bitirip, yemeğin altını kapattıktan sonra salondaki koltuğa kendisini bırakırken gözü duvardaki saate kaydı. Birazdan kapıda bir anahtar sesi duyulur, sonra sessizce mutfağa geçer sofrayı kurup babasına seslenirdi. İki gün önce tam iki yıl geçmişti canının yarısını uğurladığı o kara günün üzerinden. Mahalledeki kadınlar toplanmış, ahirete göçmüş yaşlı kadının ardından dualar edilip Zeynep'in hazırladığı ikramlar yenmişti. Gözleri yokluğunda üşüyen kalbi için ıslanırken, beklediği sesi duydu. Kapı usulca açıldı. Kalkıp mutfağa geçerken, babası günün yorgunluğunu atmak için elini yüzünü yıkamak üzere banyoya doğru ilerliyordu. Sofrayı kurup seslendiğinde, babası da üstündeki kıyafetleri değiştirip odasından çıkmıştı. Yine her zamanki gibi sessizce çorbalarını kaşıklarken, babasının bir anda ismini söylemesiyle irkildi Zeynep. Bu alışılagelmişin dışındaki duruma şaşırmıştı. Bakışları ağır ağır tabağından babasının yüzüne kaydı. Orta yaşın getirdiği çizgilerle çevrelenmiş yüzünde farklı bir ifade vardı. Zeynep konuşmak için kendisini zorladı ama ağzından 'efendim' sözü bir türlü çıkmadı. Dikkatle kendisini izleyen kızının gözlerinde oyalandı bir süre daha. Karısının ilk evlendikleri zamanlardaki hali canlandı gözlerinde. Tebessüm edecek gibi oldu ama hemen vazgeçti. Bugün patronuyla katıldıkları bir öğle yemeğinde kendisine sunulan teklifi düşünmeden kabul etmiş olduğu için pişmandı. Ama daha fazla karısının, yüreğindeki en derin sızısının, kopyasıyla aynı evde kalmak, aynı sofrayı paylaşmak istemiyordu. Kızını canını verircesine sevdiği karısından kendisine kalan yegane bir mücevher olarak görmektense onun ölümünün suçlulusu olarak görmekten vazgeçememişti yıllardır. Annesinin ölümüne kadar bunu, onun telkinleriyle her defasında ustaca bastırmış olsa da son iki yıldır kızıyla aynı ortamda bulunmamak, tek kelime etmeden yaşamak için gece gündüz çalışmaya vermişti kendisini. Yirmi yıldır kavrulduğu ateşten, sanki kızından uzak kalırsa arınacakmış gibi hissediyordu. Yorulmuştu yanmaktan. Her nefesinin acıyla yüreğinde bir darbe bırakmasından usanmıştı. Büyüdükçe annesine benzeyen kızını daha fazla görmek istemiyordu. Bu yüzden kendisine sorulan soruya hiç düşünmeden, 'olur tabi ki' deyivermişti. Oysa şimdi, aklının ufacık bir köşesinde kızının fikrini almadan verdiği sözün ağırlığını hissediyordu.

Boğazını temizleyip, yeniden söze girdi. "Yarın misafirimiz gelecek. Hazırlık yapar mısın?" Yumuşacıktı sesi. Hissettiği pişmanlıktandı belki de. Ama Zeynep duyduğu bu ses tonuyla birden içinde buz tutmuş bir yerin yeniden sıcacık olduğunu hissetti. Gülümseyerek cevap verdi.

"Tabi ki. Yemeğe mi gelecekler?"

Hüseyin Bey, pişmanlığın biraz daha derinine batarken gözlerini kaçırdı. "Hayır, akşam üstü çaya gelecekler. Seni görmek için."

Sonlara doğru sesi iyice kısılmıştı. Kafasını kaldırıp gözlerini tekrar kızının yüzüne çevirdiğinde, gözlerinde karmaşanın hüküm sürdüğünü gördü. Cesaretini toplayıp, tekrar söze girdi.
"Bugün, bir iş yemeği için Kenan Beyle dışarı çıktık. Ortaklık içinde olduğumuz bir şirketin sahibiyle yemek bitiminde kahvelerimizi içerken oğlunu evlendirmek istediğinden bahsetti. Ama uygun bir aday olmadığını söyledi. Kenan Bey de, seni önerdi. Ben de senin için en doğrusunun bu olacağına karar verdim. Yarın eşiyle birlikte gelip seninle tanışmak istediler, kabul ettim." Sesini olabildiğince düz tutmaya çalışmıştı. Kızının gözlerinde büyüyen hayal kırıklığını izlerken soğuk kanlılığını korumak gerçekten zor olmuştu ama başarmıştı. Zeynep duyduklarının gerçekliğinden emin olduktan sonra, net bir şekilde "olmaz" dedi. Sesi öylesine kararlı çıkmıştı ki, Hüseyin Bey yaşadığı şaşkınlığı saklayamadı. Bugüne kadar kızına kurduğu sayılı cümlenin hiçbirine itiraz etmemişti. En büyük hayali olduğunu sonradan öğrendiği üniversiteye gitmesine izin vermediğinde bile sessiz bir kabullenişle karşı karşıya kalmışken bu itirazın sebebini anlamakta güçlük çekiyordu. Nitekim anlamamıştı da.

İZAEWhere stories live. Discover now