yirmidokuz

658 81 117
                                    



(hyunjin)

"Minho?"
kapının açıldığını duyduğumda abartılı bir şekilde gülerek kapıya doğru yürümüştüm ki, Minho'nun yanında beklemediğim bir beden vardı. kaşlarım çatılırken tanıyıp tanımadığımı anlamaya çalıştım ama tanımıyordum, Minho'nun yakın arkadaş çevresinden biri değildi bu.

Minho kapıyı iyice aralayarak arkasında duran bedenin içeriye geçmesi için kafasıyla işaret ettiğinde kapıyı kapattı.
"Hyunjin, Jungwoo'yla tanış." dedi.
adını şimdi öğrendiğim fazlasıyla koyu siyah saçlı ve buğday tenli çocuk elini bana uzattığında istemeyerek de olsa sıktım. nerden çıkmıştı şimdi bu? benimle aynı boylardaydı.

acaba o da Minho'nun boyuyla dalga geçiyor muydu?

"ben eve gidip ders çalışacağım deyince o da katılmak istedi."

"bana ihtiyacın yok o zaman." dedim biraz düşük bir sesle. ayakkabılarını çıkarıyorken modumun düştüğünü anlamış olacak ki, bir anda bana dönüp göz göze gelmemizi sağladı.
"hayır, dikkatimiz hala dağılabilir."

"birbirinizi kollarsınız."
salona geçtiğimizde Minho kendini tutmaya çalışıp başarısız oldu ve masanın üstündeki metal cetvele kahkahalarla güldü. Jungwoo yanında dikilmiş, cetvelin nesinin bu kadar komik olduğunu anlamaya çalışıyordu. panikle uçarak cetveli elime alıp arkama sakladım. "unutmuşum.." dedim garip bir şekilde gülerek.

Jungwoo anlamasa da gülümsedi ve Minho'nun beline vurup çantasını sandalyeye bıraktı.
"sen gülmeye devam edebilirsin istersen ama ben ders çalışacağım." dedi.
Minho o sırada eliyle gözündeki yaşları siliyordu. niye bu kadar gülmüştü ya? bir açıdan korkutucu bir mesaj olması gerekiyordu bunun?

"tamam tamam." dedi Jungwoo'nun yanına oturup eşyalarını çıkarırken. "Hyunjin bize kahve yapar mısın?"

"ne?"

"kahve?"

tanımadığım iti eve getirip bir de kahve istiyordu ayağına.
o itin yanında huysuz gözükmek istemediğim için yapmacık bir şekilde gülerken cetveli önüme alıp, kendi elime öğretmen edasıyla vurmaya başladım.
"americano içersiniz herhalde?"

"yok, Jungwoo prenses olduğu için sert geliyor o ona. bol süte single shot yap sen."
gözüm seyiriyordu artık. prenses derken?
kahvesini nasıl içtiğini de bildiğine göre baya yakın olmalılardı demek ki ya? kim bu it olm?

istemsizce cetveli daha sert vurduğumu Minho bana tip tip baktığında fark ettim.
çenem kasılırken bir şey demeden mutfağa gittim ve kahveleri yapmaya başladım. it evden gider gitmez acı, kaynar bir kahve yapıp Minho'nun üstüne dökme hayalleri kuruyordum makine çalışırken.
seviştiğimiz gece ve sabahtan sonra, peşimden koşacağını düşünmüştüm. ama yok, o prenseslerin peşinden koşuyordu demek ki.

gerçi çocuğa baktığımda gay olup olmadığını anlayamıyordum da. donuk gözüküyordu.

amerikan mutfak olduğundan kafamı çıkarıp arkalarından beden dillerini anlamaya çalıştım.
yani, hareket bile etmiyorlardı ki. ikisi de odun gibiydi.

istemeden yüksek sesle bir of çektim.

tepki vermediler.

hayır bir dakika,
çocuk kolunu Minho'nun omzuna atmıştı.

kahveler hazır olduğunda yanlarına gidip önlerine bıraktım. Jungwoo bana bakıp samimi denebilecek bir şekilde teşekkür edip gülümsedi. bense ona dik dik bakmaya devam etmiştim.
Minho'nun kafasını karıştırıyordu belki de? Minho zaten salak olduğu için aynı anda iki kişiye dikkatini veremiyordu ve ilgisi bana yetersiz kalıyordu.
evet, böyle olmalıydı.

lets go lesbians!' hyunhoWhere stories live. Discover now