3' ümitleneyim deme

760 119 37
                                    

            Sorgu odasından alınmam, mahkemeye çıkmam ve bir hücreye hapsedilmem çok değil bir kaç gün sürmüştü. Ellerimde kelepçeler yoktu artık, kelepçeden hatıra kalan büyük yaralar vardı fakat inanın o bile içinde hapsolup kaldığım bu durumdan daha acı verici değildi.

Öldürüyorlardı beni, göz göre göre öldüreceklerdi.

Hoş, bu küçücük odada bir yatak bir tuvaletle, günde sadece bir kere getirilen kuru ekmek ve suyla yaşamak ne kadar yaşamaktı orası da tartışılırdı elbette lakin ölümüme kesin karar verilmişti. Böylesi bir işi seçim öncesi yapmak mantıklı gelmediği için bir buçuk ay ileriye atmışlardı tarihi yalnızca o kadar. Evet, ölüm tarihimi biliyor olmak gibi bir zulmü de yaşatıyorlardı bana. Kendi cenazeme gün saydırıyor, yavaş yavaş acı içinde ölmemi istiyorlardı.

Aslında ben yirmi üç yaşımda kadar bir çok kötülüğü görmüştüm, bir kere büyüdüğüm aile benim ilk düşmanımdı lakin bu kadarını ne benim haf salam alıyordu, ne de bana sorarsanız insanlık buydu. Çırpınıyordum elbette, çırpınıyor kendimi bu uçurumun kenarından kurtarmak için olanca gücümle didiniyordum lakin ne çareydi anlayacağınız. Çırpındıkça daha derin batıyordum bu bataklığa ve uçurum bana doğru geliyordu artık. Hiç bir şeyin kontrolü bana ait değildi uzunca bir süredir.

"Jeon jeongguk, ziyaretçin var." kocaman demir kapının yalnızca baş hizasındaki küçük delikten gün içerisinde görebildiğim tek yüze, gardiyana döndü bakışlarım sözlerinden sonra. Ziyarete gelebilecek biri düşünemiyordum bile, yine savcı gelmiş olmalıydı.

Böylesi gerek psikolojik gerekse çenemde ve kolumda bıraktığı mor izlere dayanarak fiziksel şiddeti ziyaret olarak adlandırmak da doğru değildi bana göre. İlk gece beni kavrayıp yüzüme tehditlerini savururken bıraktığı izler olduğu gibi duruyorken aslında ben ziyaret buysa hiç istemediğime karar vermiştim fakat dedim ya, bana ve burada geçirdiğim anlara göre uzunca sayılabilecek bir süredir etkisiz elemandım ben. Fikrim alınmıyor sözlerim dinlenmiyor yalnızca oradan oraya sürükleniyordum kukla gibi, keza öyle olduğum da su götürmez bir gerçekti.

Üzerime düşen görevi yapmak, rolümü oynayabilmek adına kalktım buz gibi yataktan. En azından diyordum, en azından başka bir yüz göreceğim ve yine en azından bir güneş ışığı yakalayabilecektim. Bu tip şeylere seviniyor hale gelmeyi de öğrenmiştim şu bir kaç günde. Savcı bile eskisi kadar korkunç gelmiyordu gözüme, göre göre alıştığımdan mıdır yoksa son ziyaretinde kahvesini bana bırakmasından mı bilinmez ona bile artık öylesine sohbet ettiğim bir tanıdığım, çoğu zaman da travmalarımın vücut bulmuş hali olarak bakıyordum.

Gardiyan ite kaka beni odaya tıkıştırdığında bileğime tekrar takılmış kelepçeler yaralarımın üzerine gelip canımı olanca gücüyle yakmıştı yeniden. Acı dolu bir sızlanma eşliğinde oturdum beni görmekten kendisinin de bıktığını bildiğim sandalyeye. O da haklıydı ben olsam ben de bıkardım benim şu an ki halimden.

Esasen böyle biri sayılmazdım ben. Böyle derken, hayata dair en ufak ümidi kalmamış, acınası ya da ne bileyim çaresiz? evet sanırım doğru kelime çaresiz olabilir. Değildim işte, beni bir kaç gün öncesinde tanımış olsaydınız anlardınız kolaylıkla ne demek istediğimi. Kutu gibi evinde kendi başına yaşamaya çalışan genç bir ressamdan fazlası değildim ama mutluydum ben, hayat doluydum çiçeklerim yapraklarını henüz dökmeye başlamamışken ben sahiden hayat doluydum.

Bir kedim var, ya da vardı bilemiyorum. Sakar ismi, sakar zira gözleri doğuştan hasarlı kedimin pek sağı solu belli olmaz devirir düşürür her şeyi. Sonra suçunu bilir gibi gelir sürtünür bacaklarıma ben başını okşayana, ona kızmadığımı belli edene kadar gitmez. En azından, gitmezdi.

blaze and floral •taekookWhere stories live. Discover now