14

1.2K 88 32
                                    

Üzerimde kaldıramadığım bir uyuşukluk vardı ve bu bütün hareketlerimin vaktinden çalıyordu. Nefes bile alırken daha keskin alıyor, daha yavaş veriyordum. Göğsümün içinde anlamlandırıp, dile getirmekten çekindiğim bir duygu vardı ve bu uyuşukluk hissinin bütün vücuduma ele geçirmesine neden olan da buydu.

Sanırım zamanı uzatmak istiyordum. İmkanı olmayacağını bildiğim halde, içinde bulunduğum zamandan uzaklaşmamak içindi bu çaba. Çok severek okuduğum bir bilim kurgu romanında güneşe bakıp zaman yüzünden güneşe karşı olumsuz duygular besleyen bir karakter vardı. Güneş her gün yanıyordu, Güneş Zamanı yakıyordu,* diye yakınıyordu.

Aynı şeyi ben şu an gökyüzündeki aya bakarak düşünüyordum. Güneş doğduğunda bütün büyüsü bozulacaktı sanki şu anın ve ben gördüğüm hilâlin batmasını bu yüzden istemiyordum. Zira içinde bulunduğum zaman o kadar güzel hisler yayıyordu ki yüreğimden bedenime, bu an bitsin istemiyordum.

Karay, yanımda kafasını duvara yaslamış bir şekilde beni izliyordu. Bense içten içe, gökyüzünü aydınlatıp yıldızları gülümseten hilâle yerinde durması için yalvarıyordum. Bunun gerçekleşme ihtimali olmasa da verdiği huzur paha biçilemezdi.

Nasıl bu hale gelebildiğime dair en ufak bir fikrim yoktu ama birden kendimi bu duyguların içine bulmuş ve bununla gurur duyar olmuştum. Kendim değildim; benim bildiğim, tanıdığım Cesur değildim ve Karay'ın dakikalardır yüzümden ayrılmayan bakışlarının etkisini iliklerime kadar hissederken, o Cesur olmak da istemiyordum.

Bir çocuktan farksız olan bu herifin neyi beni bu hale getirmişti düşünsem de bulamıyordum zira sürekli dile getirdiğim gibi sadece haz etmediğimi bildiğim aşırılıktan fazlasını yapmamasına rağmen, kendimce vizyonsuz gördüğüm kızlar gibi iki beste bir öpüşmeyle beni böyle titreyecek kadar etkisi altına alması çok saçmaydı. Ama yapmıştı. Bir şekilde, hiçbir artısı olmayan tribüncü bir çocuktan deli gibi hoşlanmaya başlamıştım.

Kendi kendime gülümseyerek sigaramı dudaklarıma yaslayıp derin bir nefes doldurdum sıkışıyor hissi veren ciğerlerime. Duman kendiliğinden dudaklarımdan sızarken parmaklarını sabah tıraş olduğum sağ yanağımda hissederek irkildim.

"Yüzüme baksana," diye mırıldandı bakışlarımı ısrarla gökyüzündeki hilâlden indirmediğimde. "Neye gülüyorsun?"

Omuz silkerek elimdeki sigarayı küllüğe bastırıp boğazımı temizledim. Ne diyeceğimi bilmiyordum ve bunun sebebi çocuk dediğim adamın dokunuşlarından ziyade, bakışlarıyla çocukça heyecanlanıp utanmamdan kaynaklanıyordu. Uzun zamandır bu tür duygular barındırmayan kalbim ne yapacağını şaşırmıştı sanki.

"Tükürdüğümü yaladım, ona gülüyorum," dedim, heyecandan dudaklarımdaki gülümsemeyi silemezken.

Kahkahası önce kulaklarıma kıkırtı olarak çarpıp usul usul güçlenirken balkon duvarlarından yankılanarak sokağa karıştı. O gülüşü ister istemez bakışlarımı ona çevirmeme neden olduğunda kapalı gözleri ve kocaman açtığı ağzına baktım. Sıradandı, her şeyiyle sokakta görebileceğiniz herhangi bir insan kadar sıradandı ve nasıl oluyordu da bu sıradanlık beni duygudan duyguya sürüklüyordu anlayamıyordum.

Birbirine değen omuzlarımız gülüşüyle daha fazla temas ederken ona bakmaya devam ettim. Aya baktığım kadar uzun bakmasam da asıl manzaranın bu yüzde olduğunu kabul etmem gerekiyordu.

Gülüşü yavaş yavaş sesini yitirip sadece tebessüme yerini bıraktığında dahi gözlerimi ondan alamadım. Korktuğum da buydu en başından beri, onu izlemek yerine gökyüzünden gözlerimi çekmememin nedeni olduğu gibi. Ona baktığımda gözlerimi ayıramamaktan korktuğum için ilk başta ona bakmıyordum.

tribüncü [boyxboy]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin