KİMYA SİHİRBAZI - 13

71 12 0
                                    

Duru, gelen kadınları evine bırakacağını söyleyerek çıktı. Ben salonda, karanlıkta oturuyordum. Acı dolu dakikaların izi siliniyordu kulaklarımdan. İçimin gürültüsü, akşamı bastırıyordu. Yıldızların sesini duyamıyordum. Duyulabilir miydi? Bahadır bilirdi. Ne kadar oturduğumdan habersizdim. Teyze gelip yanımda tepeme biriken düşünce bulutları dağılıp gitti. "Nasıl oldu?" diye sordum yüzümü buruşturarak. Yanmak fena olmalıydı.

"Kaynar su dökülmüş. Krem sürdüm..." Soğukkanlı ve kendinden emindi teyze. Ben yine de hastane ortamında bir tedavinin iyi geleceğini düşünüyordum. "Ata ilaçları bu merhemler. Öyle bakma! Civarda ağrısı sızısı olan bana gelir, bir hafta sonra da dua etmeye başlar." Koridordan yüzüne vuran ışık, huysuz mimiklerinin üstüne kara kalemden hat çekiyordu sanki. "Sen söyle bana... söyle. O kız ne dedi sana?"

"Duru'dan mı bahsediyorsun?"

"Başka kız mı var burada?" Neredeyse bağırdığında irkildim. Soru sormak da mı yasaktı. Bence bozuk Türkçesini anladığım için şükretmeli ve bana zaman tanımalıydı. "Odaya girdi arkandan, konuştu seninle. Duydum ben. Lakin ne dedi anlamadım." Biz epey karmaşık bir mevzudan bahis açmıştık ve teyzeye anlatamazdım.

"Hiç" dedim omuz silkerek. "Görünce selam verdi sadece." Gergin yüz hatları yumuşadı ve gür bir kahkaha attı.

"Seneler oldu, yolda görse selam vermez bana. Kandırma beni kız! Ne söyledi sana? Asaf'la alakası var mı?" Konunun kendisi Asaf'mış zaten. Bir kıskançlık krizine hedef olmuşum ve teyzenin bu problemi çözebileceğinden emin değildim.

"Asaf demişken" diye atıldım meraklı görünmeye çalışarak "nerede onlar? Ortadan kayboldular bir anda." Teyze hayal kırıklığıyla arkasına yaslandı.

"Evin altında."

"Ne?" Ayağını yere vurdu huzursuzca.

"Aşağıda diyorum ya kız!" Evin altında bir depo varmış ve bunu öğrenmem de bu akşama kısmetmiş. Bunca zaman ne sesleri ilişmişti kulağıma ne de gölgelerini görmüştüm. Penceremin altında dolaşan maskeli adamın Doğu ya da Asaf olmadığını biliyordum yalnızca. Bahçe kapısından çıkıp arka tarafa doğru eğimli yokuştan inince odunluğa benzer dar bir geçit çıktı karşıma. Yamuk yumuk yerleştirilmiş kaldırım taşlarını geçince, karşıma çıkan demir kapının ziline bastım. Ağaçların içinde, evin balkonunun altında kömürlük süsü verilmiş bu yerin iyi kamufle edilmiş bir yaşam alanı olduğunu kabul etmeliydim.

Kapıyı açan Doğu'ydu. Beni beklemediği belliydi. Gülümsedim ve sağlam ayağımın üzerine verdim ağırlığımı. "İçeri almayacak mısın beni?"

"Sen burayı nereden buldun?"

"Teyze söyledi. E hadi çekil de içeriye gireyim. Bacağım ağrıdı." Sitem edince mecburen çekildi. Hem artık sır kalmamıştı aramızda. Karargâhı bile biliyordum ben. Bir depoya girsem ne olacaktı? İçerisi genişti. Dört bir yanda ışıklandırma vardı. Aydınlık ve ferah gözüküyordu. İki tane vantilatör çalışıyordu. Bir köşede koltuklar, diğer köşede de masa ve toplanmamış dağınık eşyalar, örtüler vardı. Epey büyük, vitrine benzeyen ahşap bir dolap bunca dağınıklığı içine alabilirdi bence.

"Otur şöyle, Asaf da gelir birazdan. İçecek bir şeyler almaya gitmişti." Gösterdiği yere oturdum. Vantilatör rüzgârını yüzüme üflüyordu. Halimden memnun sayılırdım. Doğu bir sandalyeye oturup bana bakmaya başladı. Yanlış zamanda gelmiş ve gitmesi beklenen misafir gibi hissettiriyordu bana kendimi.

"Demek burada kalıyordunuz onca zaman" dedim duvara asılmış haritaları incelerken. Zemin dümdüz beton, tavan sıvasızdı. Haritalarda bazı ülkeler kırmızı kalemle yuvarlak içine alınmıştı.

NUMUNE ŞAHISWhere stories live. Discover now