DENİZANASI KUCAĞI- 2

78 18 0
                                    

Telefonumu uzatıp şifresini açtırdı. Sonra sesli bir nefes alıp incelemeye başladı. O sessiz bir casus gibi gözlerimin önünde şahsi eşyamı kullanırken içimde oluşmaya başlayan değersizlik hissini göz ardı etmeye çalışıyordum. Bayıltılmanın, kaçırılmanın, elinin kolunun bağlanmasının ve hakarete uğramanın, sonu belirsiz bir tehlikeye yelken açmanın aşağılayıcı bir yanı vardı. Saf bir macera değildi bu, insan canını kurtarmanın derdine düşüyordu. Şu an tek yapmam gereken, sosyal medya hesabımı ya da internet sitesini kontrol edip bana inanmasını beklemekti. Keşke bunu kimliğimi ele geçirdiğinde yapsaydı ya da ben uyanana kadar kendi telefonundan merakını giderseydi. Benim Numune kod adlı bir ajan olduğumu düşünmesinden daha mantıklıydı bu.

Gerçi mantık hataları olmasa ya da hafife alınmasak nasıl kurtuluruz ki? Yaptıkları iş bir insanı alıkoymak ve kısa sürede, uzun vadeli planlar yapmaları gerekiyor. Kafalarının karışmasını ve açık vermelerinin bundan kaynaklandığını düşünüyorum hep. Anlık bir tereddüt ya da dikkatsizlik gösterdiklerinde yakalanıyorlar. Çünkü karşılarında onlardan daha zeki insanlar var. Beni çoktan aramaya koyulmuş olan Nigar ve ekibi gibileri.

"Ne kadar çok arama ve mesaj var" dedi homurdanır gibi. Beni merak ettiklerini biliyordum. Anlık bir heyecanla, sanki telefonu alabilecekmişim gibi öne atıldım. "Hop, dur bakalım!" Çocuğun elinden oyuncağını alır gibi geriye çekti telefonu. Sonra biraz oyalanıp sim kartını çıkarttı. Ben hep sim kartının koyulduğu kısmı açmak için kutuda bulunan iğneyi kaybederdim. Saatlerce arar bulamazdım. Herhangi bir iğneyle açmaya da kıyamazdım. O kıymıştı, çok da pahalı olmayan telefonumu hunharca elinde tutuyordu. İçinde çok kıymetli fotoğraflar vardı, denize atma ihtimali beni titretiyordu.

"Ne yapacaksın telefonuma?"

"Biz yerimiz belli olmasın diye telefon kullanmıyoruz Numune. Bizimle olduğuna göre senin de kullanmaman gerekir. Öyle değil mi? Sinyaller yüzünden başımızın ne kadar ağrıdığını bilemezsin." Sim kartını evirdi çevirdi, gözümün içine baka baka kırdı. Kurtulma umudumu ezip geçiyordu sanki. Hiçbir aramaya ya da mesaja da cevap veremeyecektim artık. Köşeye sıkışmış hissediyordum. Kaçacak bir kara parçası yoktu. Yukarıda kaç kişi vardı bilmiyordum. Kandıramayacağım kadar kaba ve soğuktular. Verecekleri hükmü beklemek düşüyordu bana. Ahtapotlara yem olmasaydım bari.

"Niye daha önce kırmadın sim kartımı? Madem sinyaller bu kadar dert oluyor." Asıl amacım beni aramak için bu gemiye uğrayan birilerinin varlığından haberdar olmaktı. Elini cebine atıp, küçük ve kamerası bile olmayan eski bir telefon çıkarttı. Avucunun içinde bir ses kayıt cihazı gibi duruyordu.

"Şifreni bilseydim daha önce kırardım zaten. Ama görüyorsun ki teknolojik imkanlarımız kısıtlı ve senin hakkında bilgi almak için kilometrelerce öteye sinyal sürüklememiz gerekti. Merak etme, ziyaretimize gelenleri ustalıkla geriye gönderdik." Nigar ya da herhangi bir polis yakınıma gelmişti ve beni bulamadan gitmişlerdi. Ben burada kalmıştım bir başıma. Yine de tek temennim onlara bir zarar verilmemiş olmasıydı.

"Yalan söylemiyordum, gördün değil mi? Rahat etti mi için? Yeter artık, gerçekten yeter! Bırakın beni, hangi kıyıya yakınsak indirin ben dönerim eve." Aslında çok içten bir öfke ve acıyla konuşuyordum ama yüzüne yerleşen alaycı gülüşle durdum. İçlerinden en sakin ve soğukkanlı olanı oydu. Böyle gülmesi tehlikedeymişim gibi hissettiriyordu.

"Beni güldürüp yumuşatmak için mi böyle konuşuyorsun ha?" Yumuşayacak olsa bile bunun için uğraşmazdım. "Ne bu, kendince bir plan mı yaptın?"

"Plan yapacak kadar enerjik değilim. Aç, susuz ve yorgunum." Umutsuzca başımı duvara yasladım. Hareketsizlikten kaynaklanan ince sızıların verdiği sinirli huzursuzluğu yaşıyordum.

NUMUNE ŞAHISDonde viven las historias. Descúbrelo ahora