Bölüm Sekiz: Kaderin Kehaneti

610 55 11
                                    

Aleksandr arabaya doğru yönelirken arabanın kapıları kendiliğinden açıldı ve biz binince yeniden kapandı. Aleksandr beni kucağından indirip karşısındaki koltuğa bırakacağı esnada araba hareket etti. İkimizin de sarsılmasıyla birbirimize çarptık. Kafamı kaldırdığımda Aleksandr ile neredeyse burunlarımız birbirine değecekti.

Aleksandr'ın gözleri dudaklarıma kaydıktan sonra gözlerini birkaç saniye kapalı tutup tekrar açtı. "İyi misin?"

Kafamı olumlu anlamda salladım. "İyiyim."

Cevabımın ardından kafasını eğerek onay verdi ve tekrardan geriye yaslandı.

O karşımda otururken dışarı baktım. Atlar havadan ilerliyordu. Buradan Obliviyan ormanını kuş bakışı bir şekilde görebiliyordum.

Araba ara ara sarsılıyordu. Birden bir çığlık sesi işitti kulaklarım. Arabanın başındaki kızın sesi.

"Efendim! Önümüzü kestiler!"

Aleksandr'ın kaşları çatıldı. Öfkeyle doğrulduğunda beni biraz daha köşeye itip bana en uzaktaki kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Dışarı çıkarken sırtında iri kanatlar belirdi. Ayakları ve kolları farklı bir hal alınca, ejderhayı andıran bir yaratığa dönüştüğünü anlamam uzun sürmedi. Karşısında ise on iki tane çift kafalı, yılan kuyruklu akbabalar bulunuyordu. Bu yaratıkların boyu tahminen dört metre civarı olmalıydı. Yaratıkları görür görmez gözlerim büyüdü. Bu kadar yaratıkla tek başına nasıl savaşacaktı.

Öndeki kıza doğru seslenmeye çalıştım ama cevap alamadım. "Hey, onlarla tek başına baş edemez! Bunun için insanüstü bir güç gerekli!" Evet, bazen onun bir insan olmadığını unutuyorsun Alejandra.

Aleksandr kanatlarını çırparak ağzını açtı. Ağzından çıkan ses vir kükreyiş idi. Fakat bu ses, ne bir aslanın, ne bir kaplanın ne de bir kurdun kükremesiyle eş değerdi. Bu, bambaşka bir şeydi. Hayatım boyunca hiç böyle bir kükreyiş işitmemişti kulaklarım. O kadar yüksek sesle haykırdı ki kulaklarımı kapatma ihtiyacı hissettim. Bu bağırışının üzerine bütün akbabalar hızla kaçıştı. Bu sese değil sadece akbabalar, tüm orman bile kaçışmalıydı. O derece güçlü ve korkutucu bir sesti. 

Aleksandr, bir süre akbabaların arkasından baktı gittiklerine emin olmak adına. Bu tarafa doğru yönelirken yavaş yavaş eski vücuduna dönüştü fakat kanatları yerinde kaldı. Arabanın kapısını açıp ayağını içeri attıktan sonra kanatları kayboldu ve tamamen içeri girdi. Kapıyı ardından kapatıp karşımdaki koltuklara oturdu.

Yüzümü ekşiterek konuştum. "Ne tür yaratıklar yaşıyor burada böyle." Güldü.

"Ne o, yoksa korktun mu prenses?" Dedi sinirlerimi bozmak istercesine.

Sahte bir samimiyetle gülümsedim. "Ben onların efendilerinden bile korkmuyorum, iki kuştan mı korkacağım?"

Kaşlarını kaldırdı gülmeyi sürdürürken. "Vay be, iyi lafmış."

Kollarımı önümde bağladım. "E tabii."

Birkaç saniye beni süzdükten sonra konuştu. "Peki onların efendisinin efendisi kim, biliyor musun?"

Kafamı olumsuz anlamda salladım. Onun bir efendisi mi vardı?

"Bir efendin mi var?"

Dudaklarını büzdü kaşlarını kaldırarak. "Bilmem, ama sanırım var. Sarı saçlı, mavi gözlü, agresif ve güzel mi güzel bir bayan."

Gözlerimi devirdim gülerken. "Ne tür bir aşıksın sen?" Benden bahsettiğini anlamak çok zor olmamıştı.

Biraz zaman geçince araba yavaş yavaş aşağı inmeye başladı. Araba tamamen yere indiğinde atlar koşmayı sürdürüyordu.

Canavarın Gözlerinde Where stories live. Discover now