16.Bölüm

962 66 11
                                    

Oh Se Hun normal bir insan gibi yürüyüp ilerlerken, mutlulukla gülümsüyor, parmaklarından temizlediği o doğal aromanın küçük kalıntılarını hala yalamaya çalışıyordu. Hoş, beslendikten sonra Jongin'in yanına gelecek ve daha fazlasını alacaktı ama şuan kendisini onun tadıyla kontrol ediyor, yarım saat sonra yavru köpekçiğini güvenli bir şekilde kollarına alacağı gerçeğiyle avunuyordu.

Nemli elini ağzından çekip, dudaklarını yaladı ve merdivenlere doğru ilerledi. Kulakları içindeki sevinçten dolayı uğuldarken, diğer sesleri duymuyordu. Görevlilerin tabutları yerleştirmeye çalışmasını, Tao'nun ağız dolusu edepsiz küfürlerini ve Jongin'in, Sunggyu'yu çekiştiririşini...

Hiçbirini işitmiyordu.

Dudaklarında asılı kalan gülümsemeyle birlikte merdivenleri indiğinde Tao onu duymuş, biraz olsun toparlanabildikten sonra gösterişli bir şatoyu andıran evin giriş kapısının pervazında belirmişti.

Oh Se Hun'un onu fark etmediğini gördüğünde kollarını kaldırıp göğsünde birleştirdi ve seslice boğazını temizledi. Oh Se Hun yanından geçerken bir kez bile dönüp Tao'ya bakmadı ve Tao onun bu hareketiyle birlikte hızlıca önüne geçip, parmaklarını koluna doladı, Oh Se Hun'un kendisine bakmasına neden oldu.

"Hey..." diye mırıldandı. Sesi fazlasıyla kısıktı ve o tek kelimenin dudaklarından dökülüşü fazlasıyla acınasıydı. Tao içinden kendisine kızarken yutkundu, Oh Se Hun'a kaşlarını çatarak baktı.

"Beni duymadın mı?"

Oh Se Hun karşısındaki vampirin kolunu ne cüretle kavradığını sormadı, ya da Tao'nun tutuşunu üzerinden savuşturmadı, sadece durdu ve aynı onun gibi Tao'ya baktı. "Ne var, Tao?" diye sordu. Sesindeki sakinliğin ardında öfke veya kin yoktu.

Tao hızla elini geri çekti ve yutkunup kafasını eğdi. Kısa bir sürenin ardından Oh Se Hun'un dikkatli bakışlarını hissetmişçesine başını kaldırıp, onunla göz göze geldi. "Siz..." diye mırıldandı. "Ş-Şe-Şey... Tabut... O... Hızlıca dönüyordu... Siz... Hissetmediniz mi... Ayrıca... Bu, nasıl olabilir...?"

Tao'nun duraksayarak söylediği kelimelerin yargısı Oh Se Hun'un zihninde oluşamadı, Tao'ya kaşlarını kaldırıp baktı ve "Neden bahsediyorsun?" diye sordu.

"Y-Yo-Yok birşey..." Tao bir kez daha yutkundu, kafasını hafifçe sallayıp konuyu tamamen değiştirdi, "Nereye gidiyordun?" diye mırıldandı. Saygı ifadesi kullanmadan Oh Se Hun'la konuşuyordu ve gariptir ki Oh Se Hun onu uyarmıyordu.

"Beslenmeye gidiyorum, Jongin'le sevişmem gereken bir konu var da..."

Oh Se Hun önüne döndü ve ilerlemeden önce Tao'ya cevap verip ağır adımlarla onun yanından uzaklaştı. Diğerlerinden Jongin'i sakladığını unutmuştu. Hoş, şuanda her şeyi unutmuştu. O yüzden normal bir insan gibi ilerliyordu ya...

Oh Se Hun'un aklında sadece beslenmesinin gerekli olduğu vardı, damağında da Jongin'in eşsiz aroması...

Tao onun arkasından bakarken ellerini saçlarına atıp karıştırdı, olayın şokundan çıkacakken Oh Se Hun'un verdiği cevapla bir kez daha şok olmuş, üzerine çullanan şaşkınlığın altında ezilip kalmıştı.

Öylece duruyordu. Kapının pervazına yaslanmıştı, boşluğa bakıyor ve az önce hissettiği korkuyu anımsayarak bu durumun neden böyle olduğu hakkında derin düşüncelerinin içinde boğuluyordu. Gitmiyordu, o görmek için can attığı kurtçuğun sesini duyumsayabilmesine rağmen yanına gitmiyor, sadece kendilerinden farklı olan ucubeyle Sunggyu'nun konuşmalarını dinleyerek ayakta dikiliyordu.

Kısa bir süre sonra ciğerlerine kan kokusu dolduğunda kapının kenarından çekildi ve giderek yakınlaşan ayak seslerini duyumsadı. Yifan'ı görünce yutkunup, kucağındaki bedene baktı. Kan kokusu; toprak, keder, acı, korku ve telaşla iç içe girmiş, Yifan'ın kollarında sıkı sıkı kavradığı bedenden yükselerek Tao'nun ciğerlerine dolmuştu.

+Şeytanla Anlaşma+Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin