♱III♱

61 14 261
                                    

Yolculuk boyunca yeni gelen konuşkan kişiler sayesinde en sus pus olanlar bile birkaç laf etmiş, neredeyse herkes 'Nereye gittiğimizi bile bilmiyorken en kötü ne olabilir ki?' mantığıyla sohbete dahil olmaya başlamıştı.

Tam Mia kumardan elde ettiği en büyük kazancının hikayesini ballandıra ballandıra anlatıyordu ki herkes at arabasının âni freni yüzünden arabanın ön kısmına doğru hafifçe yuvarlanınca -tabii zincirlerin elverdiği kadar- yine bütün sesler kesildi, kiliseye varmışlardı.

Çok geçmeden kapının kilidinin açılma sesleri duyuldu, bu da Seluvis'in âni bir karar ile artık yaklaşık bir buçuk-iki saattir elinde sallandırdığı ufak parlayan şiseyi açıp içindeki sıvıyı kafaya dikmesine sebep oldu. Bunu büyük ihtimalle Varré'nin görüp üzerini daha fazla yabancı madde için aramaması için yapmıştı ama yanında oturan birkaç kişi yine de 'Ne olduğu belirsiz o şeyi cebine soksan yetmez miydi?' der gibi ağzı açık bakakalmıştı ona. Kapı tamamen açılana kadar da eğilip şişeyi çizmesinin içine saklamıştı.

Varré hiçbir şey fark etmemiş olacak ki her seferinde yaptığı gibi kapıyı açtıktan sonra at arabasının içine dikilmiş ve ellerinin karnının önüne kavuşturmuştu.

"Burada iyi vakit geçiriyor olmanıza sevindim! Sesiniz cıvıl cıvıl geliyordu. Maalesef yolculuğumuzun sonuna gelmek üzeyiz. Fark ettiyseniz fırtına gerçekten berbat bir hâle geldi ve üzülerek bildiriyorum ki atlarımızdan bir tanesi yükümüzü taşıyamayacak bir durumda."

Bir sessizlik oldu. Varré ekledi, "Yürüyerek yarım saatte varabiliriz."

"Ne yani, at arabasını burada bırakacak mıyız?" diye sordu Eleanor, kalkışmak üzere oldukları işi en çabuk kavramış olan o olmalıydı.

"Maalesef." Cevabını aldı.

"Bir atımız daha var değil mi?" sorusu bu sefer Jessica'dan gelmişti. Varré başıyla onaylarken "Evet, ama maalesef o tek başına koca arabayı çekemez, onu yanımıza alacağız." diye açıkladı.

"Bu soĝukta o kadar süre nasıl yürümemizi bekliyorsun?" diye sitem etti Alice. Reverie etrafına bakındı, herkesin üzerlerinde incecik hapisane üniformaları ve ayaklarında da kimisinin tabanı çoktan yırtılmış olan bez botlar vardı. Kapı açılalı beş dakika bile geçmemiş olmasına raĝmen deli gibi yağan kar sebebiyle Varré'nin çizmelerinin etrafında kar birikmişti bile, Reverie'nin içi ürperdi.

"Hızlı bir şekilde." dedi Varré, gözlerinin içine bakarak. Maskesinin hafif gülümseyen beyaz dudakları ve sırtından vuran ışık, ağzından çıkan kelimeleri daha da vurgulamakla yetindi sadece.

Cebinden büyükçe bir anahtar çıkardı ve herkesin ayak bileklerindeki kelepçeleri açmaya girişti tek tek. Hâla daha kimse istese bile kaçamazdı, çünkü herkesi hem arabaya hem de birbirine baĝlayan, kalın ortak bir zincir daha mevcuttu. Belki de korkudan olsa gerek, sorulan sorular da kesilmiş, herkes sessiz sessiz Varré'yi izliyordu.

"Sizden birkaç isteğim olacak." diye tekrar söze girişti Varré. "Lütfen ters hareketlerde bulunmayın, yanımda size karşı kullanmak istemediğim bir savunma aletim var, ve cansız bedeninizi donmaya bırakmak hiç istemem." ağzından çıkan her kelime arabadaki herkesi daha da geriyor olsa bile adamın ses tonu ninni okuyormuş gibi yumuşaktı, devam etti, "Lütfen hepiniz birlik olup kaçmaya kalkışmayın, en yakın köyden bile kilometrelerce uzaktayız, bu sebeple ya kiliseyi kendi başınıza bulmak zorunda kalırsınız, ya da hep birlikte donarak ölürsünüz."

Reverie onca konuşulan konuya Seluvis'in hiç laf etmemesine şaşırmıştı, başını çevirip baktığında ise adamın gözlerinin hafif kaymış başının da rahatsız bir posizyonda yana eğik olduğunu gördü, bir an onun hayatta olup olduğunu anlayamasa da soğuk sebebiyle nefes verirken burnundan çıkan buharı görünce onun 'iyi' olduğunu anladı, birkaç dakika önce başına diktiği şey her neyse etkisini gösteriyor olmalıydı.

BIG NAME SINNERS |PARTICIPARION BOOKWhere stories live. Discover now