Deli Fuchs ve Avcı

10 2 18
                                    

Akşam  yemeği için tamamen hazırdı Anastasia. Son bir kez teyit etmek için Yoke'a sordu. "Eksik olmamışım değil mi?" dedi. Yoke, Anastasia'yı süzdü. "Bence gayet göz kamaştırıcısınız Bayan Vandeleur." dedi gülümseyerek. 

Ağır adımlarla yemek salonuna yürüdü Anastasia. Odaya girdiğinde sadece kral ve kraliçe vardı. Anlaşılan Arden daha hazırlanamamıştı. Nereye oturacağını  kestiremedi. Kraliçe gülümseyerek çaprazını gösterdi. Kraliçe, kralın yanı başında oturuyordu. Anastasia kendisine gösterilen yere oturdu. 

"Geciktiğim için üzgünüm. Evrak işlerini tamamlamamı istemiştiniz." dedi Arden saygılı bir ifadeyle. Kral hafif bir şekilde çatılan kaşlarını düzeltti. "Geç oğlum." dedi ve devam etti. "Hoş geldin Bangorlu Anastasia. Oğlum seni uygun görmüş, gayet başarılı bir seçim. Düğün için birkaç hafta sonrasını düşünüyoruz. O zamana kadar saraya alışmanızı isterim." dedi Kral. 
Anastasia başıyla kralı onayladı. Belki de ihanet ediyordu. Ama Arden kesinlikle ihanetlerin en güzeliydi. "Siz ne zaman uygun görürseniz kralım." dedi Anastasia güler yüzle. 

"Arden, Bangor'dan aldığım haberlere göre orada iyi bir iş çıkarmışsın, aferin." dedi kral. Arden gururlu bir ifadeyle babasına baktı. "Teşekkürler kralım." dedi. Bir süre devlet işleri hakkında konuştular. Baba oğul konuşurken kraliçe, gelinini daha iyi tanımak istedi. 

"Anlat bakalım prenses. Neler yaşadın buraya gelirken?" dedi kraliçe. Anastasia duraksadı. Buraya gelirken ne yaşamamıştı ki. En yakını olarak gördüğü kuzenine ihanet etmiş, zindana atılmasına sebebiyet vermişti. Düşmanıyla öpüşmüş, ülkesine ihanet etmişti. En kötü yanıysa bunların hiçbirinden pişman değildi. 

"Prens ülkemize geldi, baloya katıldı. Orada hoşlandık birbirimizden aslında kraliçem." dedi Anastasia düşüncelerini bir kenara atarak. Kraliçe gülümsedi. Oğluna layıktı. Sarışın, prenses ve belli ki oğlundan hoşlanıyordu. 

"Umarım hiç ayrılmazsınız, tatlım. Öldükten sonra oğlumu kime emanet ederim yoksa!" dedi kraliçe. Anastasia kraliçenin sözlerinden memnun olmuştu. Onay almak hoşuna gitmişti. 

...

"Faye, kalkman lazım kızım. Yapmamız gereken işler var." dedi Keelan yatakta yatan kızına. Florence gözlerini ovuşturdu. "Tamam, ne zaman ayrılacağız buradan?" dedi. Keelan kızının hevesini boşa çıkarmak istemese de olacakları az çok tahmin edebiliyordu. Olan yine kızına olacaktı.

"Birkaç şeyi halledelim, yola çıkarız." dedi Keelan. Florence onaylarcasına bir ses çıkardı. Şimdi yapması gereken giyinmekti. Düzgün görünen bir elbisesini giydi. Aşağı indiğinde babası onu bekliyordu. Bayan Wondscher'e veda edip pansiyondan ayrıldılar.

Florence, hızlı adımlarla yürüyen babasını takip ediyordu. Keelan en sonunda eski bir evin önünde durdu. Florence kaşları çatık bir şekilde olacakları izlemeyi tercih etmişti. Babası yaklaşıp kapıyı çaldığında, kapı hemen açıldı. Babası kapıyı açan kişiye bir şeyler fısıldadı. Florence yeterince yakında olmadığı için ne söylediğini duyamamıştı. Ama karşıdaki kişinin kim olduğunu bilmemekle beraber babası ona işaret yaptı.

"Olduğun yerde kal Faye, ben geleceğim." 

Florence babasının sözüne oflayarak kaldırıma oturdu. Neden içeri girmemesini istemişti? Kapıdaki kişi kimdi? Babasının ona söylemek istemediği şey ne olabilirdi? Ya da babası ona en başından beri dürüst müydü? Düşüncelerinden kolay kolay sıyrılamazdı bu saatten sonra. 

"Hey! İyi misin?" Florence duyduğu sesle kafasını yanına çevirdi. Normalde yerinden sıçraması gerekiyordu. Ama olmamıştı. Nedenini kendi de anlayamamıştı. "İyiyim." dedi soğuk bir sesle. Karşısında uzun, biraz zayıf sarışın bir adam vardı. Tahminen Florence'in yaşlarındaydı. 

Kuzeyin Düşmanları On viuen les histories. Descobreix ara