Bölüm 1: Sen Burda Bir Yabancısın

16 1 7
                                    

Saklanmalısın. 

Biliyordum, bu şehirde her sokağın bana bir tuzak kurduğunu ve katillerinin peşimi bırakmayacağını biliyordum. Biliyordum saklanmalıyım, artık bu şehrin yabancısıyım. Hikayemin başladığı şehirde sanki ilk adımlarımı bu sokaklara atmamış gibi yalnızım. Belki de saklanmalıyım.

Bir kasım rüzgarı üşütüyor bedenimi, üşüttüğü son kişiyim sanki rüzgarın. Sanki bir daha yağmayacakmışçasına hiddetle yağıyor yağmur, neredeyse hiç mavi göremediğim gökyüzü daha bir gri geliyor gözüme. Birkaç insan tuhaf tuhaf bakarak geçiyor yanımdan. Bu deli bu havada niye kaldırımın ortasında öylece duruyor, diye düşünüyor olmalılar. Galiba haklılar, ne yapıyorum ben burada böyle? Göz göze geliyoruz bazısıyla. Hemen kaçırıyorum gözlerimi. Gözlerini sakla sen burada bir yabancısın. Akşam tren raylarına yağmur yağıyor.*

Yüzümü gökyüzüne doğru çevirdim. Yağmur damlalarının yüzüme düşmesine izin verdim.

Yaşıyordum.

Ya da öyle zannediyordum.

Nihayet eve yürümeye karar verdiğimde burada olmamam gerektiğini hissediyordum. Bu şehre tekrar gelmemeliydim. Bu sokakları onsuz yürümemeliydim. Bu evin her odasına kokusu sinmişti, o kapıyı kapatalı yıllar olmuştu, bazı evler terk edilmeliydi ve ben bu şehre asla dönmemeliydim. Hiçbir şey böyle olmamalıydı ama olmuştu bir kere. Gülümsedim. Hava neredeyse kararmıştı, onu özleyebilirdim. 

Cesaretimi toplayıp kapıyı açtım. Bunun bana ne hissettirmesi gerektiğini bilmiyordum. Uzun zamandır, ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Ama o eski güzel günlerde ne hissettiğimi çok iyi hatırlıyordum ve bu yüzümde buruk bir gülümsemeye neden oluyordu. Bu ev bana uzun zamandır bir cenaze evi gibi hissettiriyordu. Galiba artık buraya da yabancıydım. Bir gün kendime de yabancı kalacağım diye ödüm kopuyor. 

Merdivenlerden usul usul çıktım. Odamı özlediğimi fark ettim içeri girer girmez. Valizimi kapının yanına bıraktım, anne ve babamın masanın üzerinde duran resimlerine kaydı gözlerim istemeden. Çerçeveyi masanın üzerine ters şekilde bıraktım, temizliğe gelenler düzeltmiş olmalılardı, bense o çerçeveyi ne düz koyabiliyordum, ne de oradan fotoğraflarını kaldırabiliyordum. Yüzlerini her gördüğümde ya da aklıma her düştüklerinde geçmişim bir tokat gibi çarpıyordu yüzüme ama fotoğraflarını kaldırıp atamıyordum. Yapamazdım. Aniden çerçeveyi düzeltenlere çok sinirlendim, ama apaçık haksızdım; nereden bileceklerdi ki? Mutlu evlerde kimse aile fotoğraflarını ters çevirmez, değil mi? En son mutlu bir aile tablosundan gülümsediğimde kaç yaşında olduğumu bile hatırlamıyordum ama kimse bunun farkında değildi. Bunun için birilerini suçlayamazdım, kimseyi suçlamanın anlamı yoktu. Hiçbir suçlama, hiçbir ceza bana kaybettiklerimi geri vermeyecekti. Bunları düşünmek bile uzun zamandır varlığını hissedemediğim kalbimin sıkışmasına sebep olmuştu.

Tekrar ters çevirmeden önce uzun uzun baktım fotoğrafa. Onun hala yaşıyor olmasını dilerdim. Babamın hiç gitmemiş olmasını, annemin gittiğine inandığım ama varlığından kuşku duyduğum cennetten kaçıp gelmesini. İkimizin de gözlerinin içi gülerken uzun uzun sohbet edebiliyor olmayı, ona Kanada'daki hayatımı anlatmayı, Paris'in Eyfel'den ibaret olmadığını bana öğreten o küçük çocuktan bahsedebiliyor olmayı çok isterdim. Benim öğrendiğim ama onun bilmediği dillerde filmler izleyelim isterdim. Çok şey istiyordum, çok fazla ve bir o kadar kolaylardı. Keşke, diye fısıldadım içimden. Keşke dilediğim şeyler bu kadar basit olmasaydı.

Odamın balkonuna çıktım, hava iyiden iyiye kararmıştı. Bu saatlerde şiir okumayı, şarkı dinlemeyi çok severdim. Ama bugün hiç içimden gelmiyordu, sadece sandalyeme oturup saatlerce düşünmek istiyordum. Ya da saatlerce hiç düşünmeden yağan yağmuru izlemek... Elimi yağmurun altına uzattım. Yıllar önce geçen ve hala dünmüş gibi hatırladığım sohbetin aklıma gelmesiyle boğazım düğümlendi. Geçmişe gidip annemi durdurmak istedim, onu durdurmak ve sonsuza kadar yanımda kalmasını sağlamak.

SaklanWhere stories live. Discover now