1: iki ve ikinci

28 4 0
                                    

*fiji blue - only when i look into your eyes

Varoluşsal sancıların parmak uçlarından dışarıya taştığı her anda, kıvrandıkça kıvranmak bir alışkanlıktı. Kötü bir alışkanlık. Bazı diğer alışkanlıkların kötü oluşu gibi, varoluşsal sancıları parmak uçlarından tuvaline taşarken kıvır kıvır kıvranmak Hyunjin'in görünmeyen tek kötü alışkanlığıydı.

Belki tuvaline bakmak, baktıklarını görmek Hyunjin'i ikinci insanlara karşı ele verebilirdi lakin hiçbir zaman bakmak ve görmek aynı olmadı. Ve herkes Hyunjin'e sadece baktı.

Yine belki, baktıklarında gözlerine çarpan her bir piksel hoşlarına kaçmadı, onu damgaladılar ve görmeye yeltenmediler bile.

Bunu bilebilmek mümkün olmayabilirdi çünkü olasılık sıralamak bazen Hyunjin için resim yapmaktan daha kolaydı. Neden olmasın?

Olasılıkların sonsuzluğunda saçını başını yolmasına gerek kalmıyordu. Olasılıkların sonsuzluğunda varoluşsal sancıları ansızın parmak uçlarından tuvaline akmak için onu kıvır kıvır kıvrandırmıyordu.

Küçücük taburesinde bacaklarını katlamış, sol kolunu bacaklarına sarmış ve sol baş parmağının tırnağını ısırırken sağ eli boya kaplıydı. Ne yaptığını bilmiyordu ama bazen transa girmiş gibi eliyle çizimler yapıyordu. Kendine geldiğinde ise anlam veremediği karmaşayı, çizgileri hep iç içe geçmiş ve boyalar ise zıtlık ya da uyum gütmeden sadece var oluyorlardı birbirlerinin üstünde birbirlerinin kenar kıyılarında, görmeye çalışırdı. Ama işte o zamanlarda kendine karşı ikinci bir kişiye dönüşür asla göremezdi.

Boş bakışlarının anlamsızlığı başını ağrıtır, baş ağrısını hafifletmek için, bir zamanlar dokunmaya kıyamadığı uçuş uçuş yumuşacık olan, saçlarını avucuna geldiği kadarıyla yolardı.

Baş ağrısı geçmez ve bazı saç telleri uygulanan kuvvete yenik düşerdi.

Öyle bir andı. Avuçlarında birkaç tel saçlarıyla resim yapmak için özel olarak ayırdığı odasından kapısını kapatma gereği duymayarak çıktı. Ayaklarını sürüyerek mutfağına yöneldi. Ayaklarını sürüdüğü yerlere siyah siyah saç telleri döküldü.

Evi ciddi manada küçücüktü. Bir odası ve bir salonu vardı, tuvalet ve banyosu ayrı değildi. Mutfağı ise salondaki tek büyük eşya olan koltuğundan on adım bile uzak değildi. Ayrıca mutfağının bir adası bile yoktu. Hyunjin mutfak adalarını severdi, sebebi üzerine hiç düşünmemiş olsa da mutfak adalarını seviyordu işte.

Tezgahın üzerindeki bulaşıklara aldırmadan temiz bardak bulmaya çalıştı ama yoktu. Boğazı çok kuruydu, kendini saatlerce bağırmış gibi hissediyordu. Bardak bulamadığı için tükürüğünü ağzından biriktirip yuttu. Eh, bir nebze işe yaramış sayılırdı. Bunu birkaç kez daha tekrar etti.

Salonundaki tek büyük eşyası koltuğunun üstüne kendini atarken yeri gözleriyle tarıyor, sigarasını arıyordu. Gözüne ilişen bir pakete elini uzattığında avucunda ezilen paketin boşluğuna küfür ederken paketi rastgele fırlattı.

"Siktir. Şimdi kim dışarıya çıkacak." Bu bir soru değildi çünkü her zaman kendi çıkardı ve bundan özellikle tüm hücreleriyle nefret ederdi. Ama başı ağrıyordu, lanet evinde tek temiz bir bardağı yoktu, ek olarak nikotinsizlikten tüm toplamdan daha çok nefret ediyordu.

Önceden içtiği sigaraları belki yarım bırakmış mı diye baksa da hiç bulamamıştı. Sanki yarınları yokmuşçasına hepsini köküne kadar içmişti. "Zehir zıkkım iç Hyunjin, zehir ve zıkkım." Söylenerek koltuktan kalktığında baş ağrısını kaldıramadığından bir süre gözlerini kapatmak zorunda kaldı. Faydası olmadı, faydası hiç olmazdı.

antidepressant // hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin