'40 : Benim oğlumu, neden incittiniz?

En başından başla
                                    

Adamım arkasını dönerek hızla cebindeki telefonunu almış, istediği numarayı bulduğunda telefonunu kulağına götürmüştü. "Alo?" Belli ki Caesar dönüş yapmıştı. Heyecanla yerinde kıpırdandı. Bu sırada ben ayakta durmakta zorlanmış, oturacak bir yer ararken adamımın aniden koluma girmesiyle irkildim. "Lordum, Bay Sergeyev buraya geliyor. En azından tek gitmek yerine onu bekleyin. Zaten iyi görünmüyorsunuz. Hem bugün gidemezsiniz oraya. İyi değilsiniz."

"Ne?" Dedim sinirli bir şekilde. Durumumun kötü olduğunu biliyordum. Ölsem de kalsam da pek umurumda değildi. Umurumda olan tek şey Jungkook'umdu. Onu kurtarmadan bu gözleri kapatmayacaktım. Bana rahat yoktu bu gece. En çokta ben farkındaydım bunun.

Şimdi bana gelmiş diyor ki, bugün oraya gidemezsiniz? İşe bak. "Sen kendine çok mu güveniyorsun?" Sesimdeki soğukluk onda dudak büzmesine neden olmuştu. "Öyle kafa eğince, mahçup görününce fikrim değişmiyor. Bunu halâ öğrenemedin mi? Bana bak orospu çocuğu. Bana bak!" Bağırışım boş sokakta yankılanmış, yerde soluklanıp gecelik rızkını bulmak için çabalayan kuşları korkutup kaçırmıştı.

"Lordum ben sizin iyiliğiniz için-" Gücümün olmamasına rağmen suratına bir yumruk patlattım. Ufak bir yumruk beni yıkıma sürüklemişti. Avazım çıktığı kadar bağırdım. Hem canım yanıyor hem canımın canı yanıyordu.

"Bu izlerin bedelini ödemek yıllarımı aldı ama omzuma giren tek bir kurşun beni devirebilecek gibi sanki, istikrarlı bir şekilde devam ediyor batmaya. Sikeyim."

Yerden kalkmak için çaba göstermeyen adamımın yanına gittim aksak yürüyüşlerimle. Bana bakmaya cesareti bile yoktu. Haklıydı, ben olsam bende bakmazdım. Yıkımı bedeninde taşıyan adama. "Taehyung!" Adımı tanıdık bir sesten işitince döndüm hemen. Gelen Caesar'dı. Kucağında da sevgilisi Lee Won vardı.

"Ne oldu?" Dediğimde başını Lee Won'dan tarafa çevirdi. Lee Won korkudan tir tir titriyordu. "Çatışmanın ortasında kaldı. Ona ulaşmak için ölmeyi bile göze aldım ama hâlâ bana kızıyor. Şimdi de bu halde. Onu arabasına götürüp hemen geliyorum." Dediğinde kafamı salladım. Lee Won ile bir anlığına göz göze geldiğimde kalbim titredi.

Gözlerimdeki çaresizliğin dili olsa da konuşsa, der gibi bakıyordu. "Senden nefret ediyorum. Beni kirli dünyanda yaşatmaya çalıştığın için senden nefret ediyorum Caesar!" Bağırışı kulağımı tırmaladı. Caesar'a yumruklar savuruyor, gücünden güçte gitmiyordu. Hâlâ vurmaya devam ederken Caesar onu arabanın arka koltuğuna oturttu. Başını okşayıp öptükten sonra arabanın kapısını kapattı. Şoför koltuğuna da bir adamını oturttuktan sonra gevşek adımlarıyla yanıma geldi.

Sağ yanağı kızarmıştı. Saçı başı dağınıktı. Buz mavisi rengindeki gözleri sönük bakıyordu. "Sen hâlâ nasıl ayakta durabiliyorsun? Dizlerimin bağı çözülmek üzere." Dediğine gülümsedim. "Alışkınım. On üç yaşımdan beri alışkınım Caesar. Ama bugün..."

"Bugün diz çöktüm. Dizlerim yere değdi. Ben onlara değil onlar bana tepeden baktılar. En iğrenç şeyi yaparak hemde. En sevdiğimi benden alarak. Ellerine büyük bir koz geçti tabii bunu da harika bir şekilde kullanmayı başardılar. Ama hiç düşünmediler..." İki adım ileri gittim. Caesar'ın göğsüne elimi bastırdım. Çelik gibi sertti. Kafamı kaldırdım. Nefesimi yüzüne üfleyerek konuştum. "Benim bölüm sonu canavarı olduğumu. Zaferin benim olacağını unuttular. Ben ilk kez diz çöktüm. Ama ilk kez vurulmadım Caesar."

Caesar şaşırmış bir yüz ifadesine büründü. Bu uzun konuşmayı beklemiyordu. Hatta benim ayakta duracağımı da pek beklemiyordu. Çenesini sıvazlayarak bana döndü. "Biliyor musun? Senden ballısı yok Lord. Az önce bir bilgi aldım."

Heyecanlanmıştım. "Ne bilgisi?"

"Birisi sayesinde Vladimir'in nerede olduğunu biliyorum. Bu ismi sende tanıyorsun."

drug lordHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin